‘’Üç kadim kavram, yaşamın üç büyük
izleği, aşk, yalnızlık ve ölüm, şiirden şiire iç içe geçerek birbirinin
kapısını çalıyor.’’
(Alıntı)
Göz pınarlarımda saklı ışık kadar
masum
Kalabilseydim keşke
Yine de safiyet yüklü varlığımdan da
olmasın şüphem,
Aşka biat
Yalnızlığın kavisli hıçkırığında
İçimde saklı gizem.
Vapurların düdükleri ıslıklıyor
yalnızlığı
Elbet edindiğim değil:
Paylaştığım tıpkı şehri İstanbul’un
Kaykıldığı bir yolda denize düşme
ihtimalim.
Sözcükler bazen acı bazen tatlı
Leziz bir ikram her halükarda
Kürediğim aşka savurduğum dizlerimde
Uyuyan şiirler gibi
Göğe dokunma arzusu benimki.
Her şahlandığında yüreğin ışıldağı
Parlayan bir yıldız elbet içimde
saklı pervazda
Konuşlu olduğum rahmet
Bir mimoza kadar sarı mıydım sahi
öncesinde?
Oysaki pembe bilmiştim ben yüreğimin
ırkını.
Susku yüklüyüm
Günden güne büyüyen bir ışığın da
En şaşkın iziyim
Hani yürüdüğüm
Dönüşlerime acı yüklediğim
Gidişlerimle ilintili belki de
Terk ettiğim sahiller
Binmeyi unuttuğum vapurlar
İstanbul gibi meylettiğim o kalabalık
En çok da duyguların izdihamı.
Solduğum bir gecede
Soluduğum her nefeste saklı niyazım
Sarkan gerdanında rüyaların
Düştüğüm düş çukuru
Sevgiyle kucakladığım evreninin
dansı.
Lafta kalmasa keşke umudum
Belki de şerit değiştiren mutum
Nazarında mevsimin
Şahlanan bir tohum gibi
Ekilmeyi bekliyorum toprağıma
Nadasa aldığım günümde saklı ne çok
maruzat:
Hem hem…
Devasa yankısı sessizliğin
Şükürler olsun ki huzura dönük yüzüm
Bazen bir vaveyla ıslıklanan mabedim
Aşkın gürültüsünde
Yağdığım o sağanakta
Ekinler kadar savruk adımlarım
Yeter ki umut dansa kaldırsın
satırlarımı.
Öykündüğüm cennet bahçesi
Dünyada saklı ya da değil
Lakin esintimde doğan tek zerrede
Aşkın ikbali bir buğu öykündüğüm
Gizin de mahcubiyet yüklü sevgisi
Varsın aykırılığın doğasını süreyim:
Sevdiğim kadar lütuf yüklü bir gizin
perçemi
Savrulduğum nezdinde şiirlerin
Beyitler kadar ürkek bazen
Gücüne de gitmesin hani
sevdiklerimin:
Azat edemediğim sessizliğim
Yakarken içimi hece hece…