Dişi bir düşün ölüm takvimi, akneli
geçmişin izahı var ya da yok: yıkılası tabular, dürtü odaklı izlenimler,
b/eşikte saklı g/izi dünün ve muştalanmış bir gök gürültüsü.
İri parantezle kondurmak adına
iddiada bulunuyorum şiir hazretlerine ve tüm noktalama işaretlerini bir solukta
yok sayıyorum öyle ya menkıbelerde uçuşan çocuk yanım izini sürdüğüm güleç
dünüm, yarın mizaçlı düşlerimi çoktan uçurdum uçurumun eşiğinde kahkahalarla
gülen iblisi kale almadan bir yitimde uçup gidiverdi hayallerim ve tüm artı parantezleri
eksi hanesinde saldım boşluğa.
Ölümün kıyısındayım.
Aşkın batağı.
Ömrün geçirdiği bilmem kaçıncı atak.
Elzem olan hiçbir yanım yok ne de
olsa varlığıma dair tek kanıt yok.
Sokak lambası o kadar kirli ki bu
yüzden pervanelerin tavaf edeceği bir aydınlık da yok ve ırkı olmayan acılarımı
çaktım duvara ve üzerlerine lenduha çerçeveler astım içleri kanlı dışları kirli
olumsuzluğumun da düşmediği hiçbir çukur yok çünkü olumlu seyreden ömrün yok
saydığı bir ölümlüyüm hatta törpülüyorum kelimeyi çünkü ben bir ölü düşüm
kendine hayrı olmayan karanlığın muadili hıçkırık dolu bir tanrıça.
Suretlerin haddi hesabı yok düş
çukurlarında can çekişen hoyrat bedenler ruhları Araf’ta; düşünceleri askıda
aslında her bir cehennem yolcusu ve çaldıkları cennet bahçeme ihanet edip tüm
çiçekleri de kökünden yolup ihbar ettim içimdeki isyanı.
Doyumsuz kıtalar var.
Dumura uğrayan şiirlerim var ve de.
Şair mizacım aslında ölü mevsimin zil
çalan eteklerinde tefe konduğumun da garantisidir.
Soluksuz sevdiğim bir ömür.
Karşılığı olmayan bir selamın
titrinde saklı nice karşılıksız duygu belki de bana duyulan nefretin yansıması
sadece ilgisiz ve kayıtsız geçtiğim yollardır.
Aşkın külüstür sayacında takılı bir
rakamım sadece sıfıra denk düşen ve yuvarlana yuvarlana kendini kocaman bir
balonun içinde hapsolmuş bulmanın da sonucudur yazmakla yaşamanın da ilintisi
yokmuş meğer ve yazdığım kadar yaşama dürtüme sahip çıkarken yaşadığım kadar
mutluluk dilendiğim evrenin kör noktasında gidip gelen sefil bir ipek
böceğiyim.
Kelebek olma şansımı çoktan yitirdim.
Kozam zaten infilak etti edeli
sahiplenilmeyi bekleyen hiçbir hissiyatım da yok.
Martaval sağanağında konduğum hangi
söylemde ses bulur ki içimdeki boşluk ve hissizlik kurbanı insanlığın çanak
açtığı buhranlar ve mevsimin aynı yerde saydığı en uzun gece olma hakkımı
kullanıyorum tıpkı geceleyen bir kuşun kanatlarında dolunayın tanıklığı ile gün
ışığını ihlal etmenin de en gerçekçi yoludur hani kalemin ancak karanlıkta yol
bulduğu ve yol aldığı ve insanlığın genelde gün içerisinde yoldan çıktığı.
Kurşun ağırlığında yüreğim: ihbar
edeceğim yeni bir duygum da yok sadece kalıntıları kazıyıp da çalınan
hayallerimden ördüğüm mağaram ve tentesi ise bir alıntı mezarlığı ve tüm ölü
yazarlarla hasbıhal etmenin neticesidir kendime dokunma isteğimi reddettiğim ve
tüm d/okunulmazlığımla set çektim dokunaklı olan ne varsa ve edimlerde saklı
tuttuğum ruhumla iyi geçinemediğimden dolayı teslim etmeyi bekliyorum en kısa
zamanda belki de bedenim dar gelirken acılarıma katıksız sevmenin yaşattığı o
melun hiçlik duygusu ile sevilmek gibi bir kıstası da sunmadığım kâinatta
görünen o ki ifşa edeceğim daha çok şey var.
İmha etmem gereken nice ket vurmuş
duygu misal ve alt belleğimde haddinden fazla yer kaplayan bu yüzden
bilincimdeki izdihamla da örtüşmeyen bu farkındalık ile kıyıma uğramanın
verdiği sersemlik ile kıyama durmaktan da acizim son zamanlarda.
Bir yangın ihbarına gelen ambulans.
Bir ölüyü sevk etmek adına
gönderilmiş polis otosu.
Hırsızın parmak izine yetişmeye
çalışan bir itfaiye eri.
Her şey arapsaçı.
Her şey hazan mahsulü oysaki yazın
sefasını sürüyor insanlık üstelik korkularını evcilleştirmiş geçiştiriyorlar da
son zamanların yaygın ölüm fobisini belli ki bir virüs değil onları korkutan
sadece hesabını vermek istemedikleri günahlarının yüzlerine vurulmasından asla
haz etmedikleri ve işte dolunayda şekil değiştirdi hem bedenim hem ruhum ve
damarlarımdaki kanı pompalayan kalemimle ettiğim kavgada ben yenik düştüm.
Ölüm kadar tanıdık.
Aşk gibi anılması kolay ve yaşanması
da imkânsız çoğu insana göre.
Ya, ben neye denk düşüyorum bu âlemde
ve ellerimden kayıp giden ömrün yasını tutmaktan da men ettim kendimi sadece
sol yakamdaki düşleri sağ yakamdaki acı gerçeklerle eşleştirip…
Devamı yok inanın ki tıpkı mutluluğun
da önüne yığılan bariyerler gibi hiçbir şeyin sonu yok.
O yüzden günü de kalemi de üç
noktayla geçiştiriyorum tıpkı insanların beni geçiştirdikleri gibi…
Sevmekten yoruldum tam da sıra
kendime gelmişken…