Bebeğe isim konmuştu. Artık hastaneden çıkıp sıcak mutlu yuvalarına gidebilirdi
Alkan ailesi ama bunun için annenin bedenen de ruhen de iyileşmiş olması
gerekiyordu. Bedenen herhangi bir sıkıntı yoktu ama acaba ruhen de iyileşmiş miydi?
Çünkü hamileliğin aşerme dönemlerinde zavallı babanın burnundan getirmişti
adeta. Öylesine acayip isteklerde bulunmuştu ki zavallı baba, eşinin normal bir
doğum yapacağından bile şüphe ediyordu Bengül doğana kadar. Yani öyle erikmiş,
dondurmaymış, enginar veya kerevizmiş gibi istekler değildi bunlar. Mesela gece
yarılarında ‘’ Hayatım, canım şöyle mis gibi bir tereyağda devekuşu yumurtası
çekti’’ Diyor ‘’ Yok deve’’ Diyen kocasına ‘’ Deve değil hayatım devekuşu, hadi
bir koşu git al da şöyle güzel bir omlet yap’’ Diye karşılık veriyordu.
Yarım ekmek arasına bir porsiyon baklava doldurup yemek mi dersiniz, bir elinde
soğan hatır hatır yerken öteki elindeki kos helvayı iştahla mideye göndermek mi
dersiniz artık aklınıza gelmesi mümkün olmayan ne varsa istekleri arasındaydı.
Psikiyatrist Semiramis Hanım bir tepsi ile usul usul yaklaştı anneye. Tepside
bir tas bol sarımsaklı işkembe çorbası, bir kase muhallebi, bir tabak da turşu
vardı. Anne eğer bunların hepsini birden karıştırarak yemek gibi bir temayül
göstermezse ruhen de iyileştiğine hükmedilecek ve taburcu edilecekti.
Annenin gözlerinde öyle bir temayül görülmedi. O tam bir emperyalist gibi
kendisini sömürmekte olan bebeğine sevgi ile bakıyor, onun minicik kel kafasını
okşuyordu şefkatle.
Velhasılıkelam hastaneden taburcu edildiler ve evlerine geldiler. Şimdi
önlerinde çok önemli iki sorun vardı: Birincisi bebeğin tuzlanması olayı,
ikincisi göbek bağının en uygun yere gömülmesi meselesi.
Birinci sorun büyük sorundu zira bebeğin tuzlanması olayına mutlak surette
dedeler ve ninelerin de müdahil olması gerekiyordu. Onlarsız yapılması geleneksel
açıdan kınama cezasını gerektirirken dini açıdan tahrimen mekruh addediliyordu.
Ancak birinci sorunu halletmek için daha vardı çünkü bu merasim bebeğin kırkı
çıktıktan sonra yapılacaktı. İkinci sorunun ise derhal halledilmesi
gerekiyordu.
Bebeğin eve geldiğini haber alan dedeler ve nineler hemen damladılar. Göbek
bağının nereye gömüleceği konususunun müzakereleri başladı.
Platin saçlı babaanne
-En uygunu bir cami avlusu olur. Cami avlusuna gömün ki kızımız büyüdüğü zaman
hafız olsun.
Beyaz saçlı anneanne
-Saçmalama lütfen dünürüm. Ya hafız değil de ‘’Ben imam olacağım.’’Diye
tutturursa? Biraz mantıklı olun lütfen. En iyisi siz onu bana verin de koynumda
saklayayım.
Anneannenin kocası olan dede şiddetli bir kahkaha attı.
-Torunumuzun sutyen imalatçısı olmasını istiyorsun herhalde haa ha haaa. Yahu
düşündüğünüz şeye bakın. Atalım bizim evdeki kasaya, torunumuz büyüyünce
bankacı olsun.
Bu düşünceye de babanın babası olan dede
karşı çıktı.
-Çok tehlikeli olur mirim. Ya bebek, büyüyünce bankacı olacağına kasa hırsızı
olursa? O zaman vicdanınız hiç mi sızlamaz? Yapmayın, etmeyin, en iyisi
hastanenin bahçesine gömelim, kızımız doktor olsun.
Baba dayanamadı artık.
-Ya baba iyi dersin de ya doktor değil de sürekli hasta olursa?
Hepsi birden kulaklarını çekip tahtaya üç kez tık tık tık diye vurup ‘’
Maazallah’’ Dediler.
Anne atıldı.
-Ben biliyorum nerede saklayacağımızı. En iyisi benim hatıra defterimin arasına
koyalım.
Herkes şaşırmıştı. Hatıra defterinin arasına konursa ne olabilirdi ki?
Anne herkesin merakını giderdi:
-Benim kızım tam bir kitap kurdu ve ileride başarılı bir yazar olacak.
Evet, Bengül bugün başarılı bir yazar ama bu başarısında annesinin hatıra
defteri arasında sakladığı göbek bağının en etken faktör olduğunu şimdi öğreniyor
sayemde (!)
Efendim, bebek kırk günlük olunca dedeler ve nineler bu sefer de tuzlama işi
için yine arz-ı endam ettiler. Uzun süre iyotlu tuzla mı, iyotsuz tuzla mı
yoksa kaya tuzu ile mi tuzlamak gerekir; bal olarak çam balı mı, kestane balı
mı, Pervari balı mı yoksa Anzer balı mı kullanılması gerekir konusunda
tartışmalardan sonra bütün balları ve tuzları karıştırıp bir macun haline
getirdikten sonra bebeğin vucudunu tamamen bu karışımla kapladılar. Böylece
kazasız belasız bu tören de halledildi [*]
Derken efendim yıllar yıllar kovaladı ve Bengül Bebek on altı on yedi yaşlarına
geldi. Gelmesine geldi ama bu arada gerek anne-babasına, gerek okulda
öğretmenlerine, gerekse mahallede komşularına neler çektirdiğini bir Allah
bilir. Bir olan Allah bildiği için de doğal olarak ben bilmiyorum. Benim
bildiğim kısmı anlatayım sizlere.
Evet o on altı yaşına geldiğinde Dede Korkut da Samsun’a geldi ve onların evin
2-3 kilometre ötesindeki ormanın sonundaki bir kulübeye yerleşti. İyice
yaşlanmıştı. Kendisine o kadar ‘’ Gel bizde kal ‘’ Diyen yakınlarına aldırmıyor
ormandan topladığı evelik, yemlik, ebegümeci, kuzukulağı, ısırgan, ısırmayangan
ne bulursa onlarla karnını doyuruyordu.
Dede Korkut’un iki yumurta bile kıramayacak kadar beceriksiz olduğunu bilen
Bengül’ün annesi onun bu hallerine çok acıyordu.
Bir gün evde karı koca hummalı bir faaliyete giriştiler. Anne, börekler açtı,
mantı yaptı, yumurta ve patates haşladı, baba nefis bir çiğ köfte yoğurdu. Daha
sonra bir sepet hazırlayıp bu sepete bir kaç şişe de şalgam suyu koyarak
Bengül’ün eline verdiler.
Annesi ‘’ Bu sepeti Dede Korkut’a götür kızım, sevaptır.’’ Dedi.
Bengül sepeti alıp tam evden çıkacaktı ki siyah bir şapkayı onun kafasına
taktı. Bengül tabii ki meraklı bir kız. Sordu annesine:
-Anne bu siyah şapka da ne? Niçin taktın bunu kafama?
Annesi tebessümle cevap verdi:
-Ormana girdiğin zaman anlayacaksın kızım.
Bengül, başında siyah şapkası, elinde sepet ormana daldı. Bir müddet
ilerlemişti ki sesler duydu derinlerden gelen. Bu bir kurt sesiydi. Yanık yanık
bir memleket havası okuyordu.
Gelin okuyalım yemek listesin
Canı çeken ne isterse istesin
Taze somun yufka ekmek üstesin
Yiyen ahbaplara afiyet olsun (yekte)
Yekte yavrum yekte
Bastırmalar yükte
Ne olursa olsun
Gardaş bu gençlikte
Bereketl' olur cömertlerin sofrası
Yatmış dolu durur erzah torbası
Evel başdan bir tarhana çorbası
İçen ahbaplara afiyet olsun (yekte)
Yekte yavrum yekte
Bastırmalar yükte
Ne olursa olsun
Deliganlılıhta
Bamyayı severim dolma hoş olur
Ballı börek pişer içi boş olur
Zerdali hoşafı buna eş olur
Yiyen ahbaplara afiyet olsun (yekte)
Yekte yavrum yekte
Bastırmalar denkte
Ne olursa ossun
Gardaş bu gençlikte
Maharna yüzünden nohuda küsdüm
Semizotuynan da selamı kesdim
Sumahlı mantı da pek yakın dosdum
Yumulun ahbaplar afiyet olsun (yekte)
Yekte mantı yekte
Bastırmalar denkte
Ne olursa ossun
Gardaş bu gençlikte
Gurufasülyaynan yaprak sarması
Olur mu cacığın uzah durması
Sütlacın garşıdan gerdan gırması
Yiyen ahbaplara afiyet olsun (yekte)
Yekte yavrum yekte
Bastırmalar denkte
Ne olursa ossun
Haydi bu gençlikte
Gel aldanma çoh yemenin gastına
Az yemeyi öğüt eyle dostuna
Gayfe ister yemeklerin üstüne
İçen ahbaplara afiyet olsun (yekte)
Yekte yavrum yekte
Bastırmalar denkte
Ne olursa ossun
Gardaş bu gençlikte
Kurt belli ki çok açtı.
[Bu vesile ile 1994 yılında hayata gözlerini yummuş olan değerli üstad Şemsi
Yastıman’ı da rahmetle yâd edelim. Allah rahmet eylesin. Makamı cennet olsun.]
**********************
Bugünlük bu kadar. Devam edeceğiz tabii ki.
***********************
[*] Akdeniz ve Ege Bölgesinde yeni doğan çocuklar kırkları çıkar çıkmaz
vücutlarına bal ( veya pekmez ) ve tuz sürülerek tuzlanır. Neden peki? Efendim
bu uygalamayı yaptığınız takdirde o insan artık en sıcak havalara bile
terlemez, dolayısıyla da kokmazmış. Fethiyeli olan eşim dolayısıyla biz de tüm
çocuklarımızı zamanında tuzladık böyle. Lakin bir faydasını gördüğümüz
söylenemez. Zira hepsi de sıcak havalarda acayip terlerler ( Özellikle de büyük
oğlum ) ve keçi gibi kokarlar üzerinize afiyet...Her ne kadar ‘’ Tuzlayım da
kokmayasın.’’ Sözü daha çok Karadenizlilerin kullandığı bir ifade ise de
Karadeniz Bölgemizde böyle bir adetin olup olmadığı konusunda bir bilgiye sahip
değilim.
NOT: 1- Bilim adamları bu tuzlama uygulamasının son derece tehlikeli, hatta
ölümcül riskleri olduğunu söylüyorlarmış. Daha yeni öğrendim ben de..
2- Yukarıdaki bebek fotoğrafının tabii ki Bengül ile bir alakası yok. Tuzlama
olayının nasıl olduğunu anlatmak için internetten bulduğum bir fotoğraftır o.