Düş limanları şehrin. Bense yaralı ve
kendince mutlu bir göçebe kuşum, endamlı şehrin isyankâr bahçelerinde külyutmaz
yetilerimde saklı o farkındalık ve mahcubiyet…
Üzerime giydiğim yenilginin
mütereddit feriyim, az sonranın imla hatasında kendimi imha edip sayfayı eski
boşluğuna ve beyazlığına bırakacağım ve ben kendi halimde yaşamaktan başka bir
şey istemezken yakacağım tüm mumları en azından dibine ışık veren bir mumdan
ibaret olmadığımı da görecek ve bilecek hayaletler.
İmgelerin neşriyatında yollar inişli
çıkışlı.
Şiirlerin sessizliğinde ben tempo
tutuyorum yalnızlığa ve düş kırıntılarından hüzün hırkaları örüyorum mecalim
yettikçe umut edip üzülmeye de devam edeceğim gün gibi aşikâr.
Haylaz bir gökyüzü ve çapkın bakışlı
mavi elbet çığlık çığlığa martılar oysaki denizin ortasında değilim ve işte
yürüyüş yaptığım istikamette uçmayı unutmuş bir martı ile muhatabım: o ise
beylik bir efkârla asfalt yolu gagalıyor ve ezilmesine ramak kala uçmayı
başardı en azından adam boyu havalanıp ters yöndeki diğer yola ışınladı
kendini.
Ben kuş olmaya özenirken kuşların
sıdkı sıyrılmış uçmaktan ve geniş açılı şehir ışıklarında kös kös yürüyorlar
sonucu ölüm olduğunu bile bile arabaların arasında fink atıyorlar.
Renkleri fısıldayan tanrısal bir güç
üstelik gövdesi delik deşik cesetlerin: az sonramın yalnızlığını şimdiden tayin
ediyorum ve öncemden de ayrı kalamıyorum.
An misali bir yorgunluk ve şehrin
bahçeleri dımdızlak.
Öğünlerimi küçültüyorum; özverimde
taşkınlara sebebiyet veren önsezileri var kimliğimin asla da parçalayamadığım
ön yargılar.
Kendimi anlatmakla mükellefim en çok
da yalnızlığıma ömür biçtiğim sonra da ömrün hiçliğine meylettiğim ve sakil
gölgelere atıfta bulunup şehir kabadayılarından tiksiniyorum bir de
sözcüklerimi duyup ulu orta hitap edenler yok mu iblisle tanışıklığına ramak
kaldığı hele ki şeytana dahi pabucunu ters giydirenler yok mu…
Sancılı olmamalıydı oysa gün ışığı.
Sanrı yüklü olmamalıydı ömür.
Nazımla niyazımla yenik düştüğüm bir
atmosfer ve katmanlarında yılgın bulutlar var bense bir bulut olmaya meyledip
buhar olup uçtuğuna da vakıfım hayallerimin ve umut teknem dibi delinse de el
yordamı suyu boşalttığım ve düş birikintilerinden hayallere uzanan yolculuğum
da sonlandı sonlanacak hani.
Mevsimin migreni tuttu belli ki bu
yüzden sert esen poyraz ile az da olsa diniyor ağrısı şehrin de eşlik ettiği ve
ölümle cilveleşen ruhuma sakıncalı gözlerle bakıyorum yok olmaya ne hacet
yoklukla sınavımda hep en yüksek puanı aldım ben ve sınandıkça seğiriyor
gözlerim aşka lanet okuyan kibirli isyanlar ve gönlü boş insanlardan da olmadım
madem elbet zihnimi de diri tutan her düşüncenin süzgeçten geçtiği ve kuru
kuruya yaşayanlara bakıyorum da.
Geçici aşkların ibaresi.
Aşkın yanlış tanımı.
Günlük ilişkiler ve acılara askıntı
olan zevzek hayaletler.
Gölgesini kaybetmiş sayısız insan
öncesinde insanlığını yitirmiş ve acıma duygusunun yerinde kibirli yaftaların
havada uçuştuğu.
Şenlikli değil artık dünya.
Panayır yerine dönüşmüş insanların
kayıp asaleti.
Hüzün bile ayaklar altında ve kimse
kimsenin acısına hürmet etmiyor bilakis acılar başkaları için eğlenceye
davetiye çıkarıyor ve fısıltılar dahi ayyuka çırpıp kanatları koparılıyor hüzün
meleğinin.
Akıl meleklerine saygı duyanlar yok
artık ve paylaşmanın güzelliğine vakıf olduğumuz güzel günler ve güzel insanlar
ne yazık ki dünde kaldı.
Borazanı kayıp şehrin ve sadece
takkesini önüne koyuyor, koyuyor da artık eski günlerin geri gelmeyeceğini
biliyor sevdalı ve yaralı şehri İstanbul ve ben bir bulut olup tepesine
konuyorum şehrin beyazdan düşen payıma ne ise beyaz kalmanın şerefine nail
olmak adına ıssızlığıma şükrediyorum en azından zalimin ve isyankârın ve de
egoların ulaşımına ket vurup savruluyorum sözcük sözcük ve s/avunuyorum
güzellikleri hakir görenleri de görmezden geliyorum.
Yoksa yoksa nasıl sağlam basardım ayaklarıma?
Yoksa yoksa nasıl hala sevebilirdim
çocuk yüreğimle?
Çocuk kalmanın bir c/esaret olduğunu
savunanlar var bense iyi ve masum olmanın bedellerini ödüyorum.