Yorgun bir mavinin tılsımında saklı yıldız üstelik şahit tutulası kehanetin de dibine vurmuş gerçeklerden alırken payını yerli yersiz.
Su küresinde minik dalgalar resmediyor evrenin ve geceye ket vuran ışığı da protesto ediyor.
Rengin her tonuna vakıf ve de tav olmuşken göğün minderi, cüce yürüyüşlerin basireti bağlanıyor ve kıyamet yolcuları toplanıyor bir bir kâinat otobüsüne.
Fıtratın gizeminden dem vuran bir geçiş hakkı tanınmazken kimine, vaveylalar yükleniyor kar bulutları sonra da içine kapanıyor edası yanık vedalar.
Rengin dibinde.
Rengin teninde.
Karanlık iken ağıtlar yakan ve şifresini unutan bir ölümlü gibi binmeye ne hacet delifişek koşusunda evrenin, açık ara farkla ekiyor iblis masumiyet durağına varanlardan alıp da hırsını daha da çok eziyet ediyor mazluma.
Köhne aksesuarlar saklı her bir su küresinde ve okyanusun feri bir yanıp bir sönüyor: kelaynak kuşlarından arda kalan son numune ve sessizliğin sökün ettiği o çığlıkta yarım ağız martılar çiftleşiyor sırf soyları devam etsin diye.
Ölümün tek gözü kör.
Aşkın vidaları gevşemiş.
Düş mağduru insanoğlu bir çağrıyı daha tetikleyen o gonk sesiyle süt liman deniz özlemi ile kıyıya vuran cesetleri topluyor.
İklimsiz seyri âlemin.
İkna edemeyen kim ise ne çok yeis dolu ve hurafelerin endamlı tükenişinde yanlı yansız tüm gölgeler koşu bandına seriliyor.
Aşkın idame ettiği bir zamanlar.
Nihayetinde aşkın idam sehpasındaki son gösterisi.
Metrukların sancısına eşlik eden kıyamet öncüsü safsatalar ve yaldızlı yüzünde perilerin hoş bir reverans saklı adeta dansa kalkacakmışçasına inceden inceye de dokunduruyorlar karşılarında bekleyen her gölgeye.
Sıfatların seferi yolculuğu ve makber hazırlığı yapan mezarlık bekçileri.
Geceden firar eden yetim ölüler mezarlığına düşüyor yolu kiminin ve kafa kâğıtları eskisin eskimesin sıraya giriyorlar varlığın tutuklusu olduğu bir cihanın da son nameleri büyüyen gözlerinde renklerin nihayetinde çıbanbaşı karanlık.
Maktul.
Firari.
Rütbesi olsun olmasın kim ise sevdadan yana dertli ölümün soğukluğuna açmışlar kollarını vedasını dillendiren her sözcük aslında sonu gelmiş bir masalın da son satırları.
Közünde yılgın bir duruş elbette vasisi bilinmez ve kekremsi acıdan nefret etse de yanan tütsüde hayaletler dans ediyor geviş getiren her izbe aslında aydınlığın çöktüğü bir sahne ışığında gövde gösterisi yapıyor.
Yeminli yeminsiz kundaklanıyor nice sanduka ve boyunun ölçüsünü verip yeniden sıraya giriyorlar.
Kambersiz düğün misali…
Kambersiz cenaze.
Beyazın na’şında içindeki karanlığı avutan nice korku derken devleşen cehalet bilgiyi ıskartaya çıkarıyor.
Günü tehir eden bir geçiş adeta belki çöreklenen korkunun canlılara yaptığı baskı neticesinde kendinden firar ediyor her ruh ve bedeninden kurtulmanın verdiği rahatlıkla göz nuru bildikleri tüm benliğini şeytana sunuyor.
Uyumsuz kuramlar.
Kural dışı söylemler.
Aşk ise bir referans noktası nihayetinde cıvıtıyor ruhlar ve içlerinde kalan ukdeyi noktalandırıp bir bir dile getiriyorlar son isteklerini.
Karganın kopan kanadı.
Martının sonlanan arayışı.
Telef olan tüm hayvanlar ve de kuşlar.
Nöbet geçiren canlılardan arda kalan sakin mizaçlar ve şeklini unutan nice ayrıntı elbet kırık aynanın göstermekten imtina ettiği.
Korunaklı dünyanın da son demi iken tozunu attıran ihtirasla sözleniyor kâinat ve çıktıkları sözden dönüşü olmayan bir yola girmenin verdiği vicdan azabı işe de yaramıyor artık.
Bir tebessümü dahi esirgeyen yorgun vicdan…
Duasını eksik eden nice insan.
Rüzgârı dahi tuşa getiren öfke.
Bir vedanın hükmü ne kadar geçerli ise artık.
Elde kalan tüm seçenekler tükenirken yemin eden bir ağıt, ağır yükü ile çöküveriyor yolun ortasında ve minnet ettiği tüm geçmişine verip veriştirip sadece bir çizgi çiziyor kanlı elleriyle: bitişin duasına geç kaldığını bile bile ve bile bile artık duyulmayacağını üstelik bir ömür vicdanına söz geçiremeyip yüreğini çoktan kurda kuşa yem etmişken.
Sevmek için çok geç.
Pişmanlık ise üstüne attığın kürek kürek topraktan ibaret.