‘’Neyim ben?
Bir hiç olmadığımı kim bana söylüyor?
Anlatmanın büyüsüyle başladım işe.
Devam etmek. Oluruna bırakmak. Hoş görmek. Aktarmak…’’ (Alıntı)
Bir yanılsamanın mahsulü işte şiirler
ve şiirsel bir düzlemde, ötelendiğim hayatta bir kulp olmak ya da basireti
bağlanmış mutluluğa kanat takıp da uçmanın meali iken öykündüğüm her yeni yazı
ve şiirde, anlatamadıklarımın arkasına saklandığım defolu ömrümün de bekası
iken yazmaya durduğum cümleler ve şiirler.
Bir düşün yabancısıyım elbet ve
suskun duvarlardan geçen sesler ve iyi ki kimse gördüğüm düşü ihlal edip de
sızmıyor aklımın rahmine ve işte tezat duygulardan ördüğüm yeni bir gün en çok
da hazırlık yaptığım gecenin mecrasında çıplak ayakla koştuğum ve tüm imge
kırıklarından kanayan cümlelerim ne de olsa acının ve çaresizliğin tapusu
bende.
Tozlu büfe rafı kolaysa boşalt ne var
ne yok ve baştan diz de tertipli görünsün ev.
Tertipli olmadığımı biliyorum ve işte
kalemin hicreti bu anlamda aklımın dağınık raflarında billur bir güneş temenni
ediyorum sırf benim için doğan ve asla da batmasını arzu etmediğim.
Bir katedral kimi zaman
sığınmacıların toplandığı ve kelaynak duygular ki büyüteç tutup da ısrarla
ruhumun haritasını çizmenin emsalsiz mutluluğu hele ki görücüye çıktım mı…
Her anlamda kısmetimi teptiğim bir
ömür ve gülerek hatırladığım misafirler elbet yanlarına çıkmadığım için dostlar
alışverişte görsün der cinsinden.
Tozutan bir evren ve devasa bir
hikmet istem dışı sevmek ve istem dışı yazmakla eşleşen bir harita tüm ovaları
ve dağları renkli kalemle işaretlediğim ki asla haz etmediğim coğrafya dersinde
yine coğrafya öğretmenimizin derste bile makyajını tazelediği.
Hükümsüz.
Kaybolmanın da doğasında saklı iken
arayış ve artık biliyorum da nereye varmam gerektiğini ve illa ki
geciktiriyorum varışları elbet benim bana ulaşmamı engellediğim derken kâğıttan
kayıklar yapıp yağmur suyuna bıraktığım çocukluğum ve işte hayatımın en duru ve
mutlu yılları hele ki şimdilerde çoktan rahmetlik olmuş can komşularımın
gözlerindeki parıltıya eşlik edip bana sevmeyi öğreten insanlara duyduğum
minneti de asla unutamadığım.
‘’Yazarın yenilgisi bir kez daha
teyit edilmiş oldu.’’ (Alıntı)
Varlığını teyit etmek isteyen her
yazarda saklı bir korku değil mi bu? Yetememek belki de yazdıklarından
yetinmeyi öğrenmek adına çıktığı yol ve işte derdest bir hece sıkıştırıyor beni
köşeye ve köşegenlerde sırıtıyor çizgiler belki yüzümde belki ellerimde belki
de pürüzsüz bir aşk dilerken Tanrıdan nihayetinde başkalaştığım yazın dünyası
ve solmaya muktedir ve de yeniden açmaya aday bir tomurcuk gibi…
Köklüyorum günü son hızıyla ve işte
eşikteyim ve sürüncemede duygularım hala varlığıma itimat etmeyen bir dünyayı
ben nasıl sahiplendimse bir o kadar hayattan dörtnala kaçtığım ve hiçliğimi
buyuran bir öykü gibi gel-geç gölgelerin eşref saatinde ruhumdan tüten duman
gibi ve hala bilinmezin indinde doğurgan bir güneş diliyorum evrenden ve
sorduğum sorunun cevabını veriyor yazar:
‘’Her şey ortada ve ben hiçim.’’
Söyleyenin yalancıyım aslında tam
olarak da iliklerime kadar işleyen bir hiçlik duygusu ve sebepsiz bir var
oluştan sebepli bir yokluğa yürüdüğüm hem de hiç olmadığım kadar muhalif iken
kendime.