Düş mevsimindeyiz, hafız belki de bir
aşkın lahzasında tedirgin kuşlar gibi sevgiyi gagalıyoruz elbet hatırına ömrün
kavisli yollara şiir ekiyoruz ve seviyoruz sessizce en derinden genişleyen
gözeneklerinde göğün mısır patlatan çocuklar gibi derinlerde teselli buluyoruz
illa ki.
Hem de en nankör matemi yastık altı
bildiğimiz bir ganimet gibi şehrin surlarına telaşla çıkıp da köprünün
ayaklarından şiirler örüyoruz ve görüyoruz ve biliyoruz elbet tıpası kayıp bir
şişede dikilen o hiç okunmayacak mektup gibi yalnızlığa mahkûmuz.
Sözlerim cep yakıyor söze sözsüz
kaldığımız.
Sözcüklerim yürek yakıyor ve
yangından tek kurtulan yine kalemin fendi iken aşkı yenen.
Sözlendiğim duygularla telaşlı bir
yalnızlığın ıssızlığına methiyeler sürüyorum topraktan gelip toprağa teslim
olacağımızın garantisidir belki de üzerimizde asılı kalan o ölü toprağı…
‘’Sevilmek her zaman yeni bir şeydir
Sevmekse sevilmekten de yeni
İster dağlara karşı sev beni
İster kendine karşı sev beni.’’(H.
Ergülen)
Atıl bir ruhun veryansını adeta belki
de en şirin güfte şairin güleç yüzünde asılı somurtuk bir resmin de imzası
saklı iken Tanrının.
Günse ölen.
Güdülerse gerçeklerle hayalleri
bölen.
İhanet ederken doğamıza ve ibraz
ederken her yeni kanunu ne de olsa tabiat kanunu bellediğimiz duygular ve
ellediğimiz o boş beyazsa saklı iken uçurumun bakir ve yoz ilahı da acıların en
derin kuyudan bile derine düştüğüm gözlerinde matemin küremek adına dünü
kükreyen bir aslan gibi kendine yenik düşen fecir gibi.
Boşboğaz bir imge ise tutuklu kalan
ve satır başı yapan her günde bir sağaltım adeta gecenin rehavetinden arda
kalan ne çok yeis.
Zamansız ölümlerin amansız
çığlıkları.
Kapının çalmayı unutan zili.
Göğün mensubu göçmen kuşlar devasa
kanatlarında üzünç yüklü melekler yaşarken belki de saklı bir veda şarkısı her
günü baştan örmekle kaderi biçimlendirme niyetimizle kendimize adeta eziyet
ettiğimiz.
Sürçü lisan eden hecelerin zaman
aşımına uğrayıp insanları da sıfatlandırdığı aslında sıra dışı varsayımlarda
kat izi dünün şebekesinde bozuk bir ses gibi tekdüze hayatların farazi
sessizliği en çok da tepkisizliğin bozguna uğrattığı göçmen kuşlar.
Ve şair için için haykırırken…
‘’Kuştan kalma bir göğün altında
Maviden kalma bir denizin üstünde
Rüyadan kalma bir yazın önünde
Nardan olma bir aşkla sonsuzum sana…’’
Her düş pekmezinde yıllanan acılar ve
her çıkmazda dile gelen isyan en çok da göğün menkıbesi iken kuyruklu yıldızın
altında tutuşan kamp ateşi gibi aşka bağdaş kuran bir kuşun tebessümüne eşlik
eden Tanrının ulu varlığı ile mevsimlerden mevsimler derlediğimiz elbet
kıyametin öncesi felaket tellağı bir şairle sözlenirken aşkın şiarı en çok da
kuş konmaz sokağında kanatlanan martıların ardından ektiğimiz tekerlemeler…
Hey gidi hey, sevdalı İstanbul…
Sen yalnızlığınla bile caka satarsın
dünyaya en çok da yalnızlığın isyanını bastırırken çapkın bakışlı martılarında
gagalarına yapışan o simidin susamında gördüğüm bir rüyayı da hakkıyla teslim
ederken hayata…