Bir düşün ihlalidir tedirginliğim ve
gönül torbamda sayısız kalp iken kap kaça uğramış ve titizlikle yerleştiriyorum
her birini göğün yamalı yaralarına ve itina ile yaşayıp ölüyorum da gün sonunda
ve dünde ekili tüm vecizeler tomurcuklanıyor.
Bir kalıntı mı yoksa ruhum belki de
kabir azabına denk düşen seneler en çok gecenin mahiyetinde biçimlenen
duygularım elbette hecelere denk düşen…
Yorgun masallarım var benim herkesten
sakladığım.
Ve yorgun masal kahramanlarım iken
bana direktif veren ve itirazsız kabullendiğim benden yazmam adına ne
isterlerken…
Ruhu çamurdan çıkmayan ölü sözcükler temizlemenin
de mümkün olmadığı.
Elbet ilgi alanımda olmayan kötülük
ve dengi ve kahırlarını taşımam adına taşlandığım gecenin de düğmelerini
ilikleyip saygı duruşuna geçtiği sanırım asker torunu olmamın da bir etkisi var
ne zamanki asker adımları ile ilerleyeyim ve telaşla inşa ettiğim binalar
kiminin depreme dayanıklı olmadığı ve ufacık bir sarsıntı ile yok saydığım
sayfalarca yazı ve şiir.
Acımasızlığın doruğunda yaşamışken
bir ömür ve acımadan kendimi cezalandırdığım belki de insanların cezalarından
bana yansıyan ve kalp gözümle göz göze gelmeyi erteleyen kimse.
Bir o kadar kanaviçelerin kol gezdiği
ve usulca onları okşayıp örterken sırma saçlarında kalemin bazen muzip bir
kelam kendime güldüğüm ama sizlerin görmediği.
Ve öykündüğüm nice minval üstelik
bire bir kendimle ilintili.
Bir rögar kapağı az evvel yuvarlanan
ve içine düştüğüm bir boşluk cehennemin dünya şartlarında neye denk düştüğünü
bir şekilde öğrendiğim.
Sezilerimle yaşarken.
Sazımı da çalarken.
Belki de fildişi tuşlarında rahmeti
piyanomun gezinen ellerim ve parmaklarıma kalemle vuran rahmetli piyano hocam:
ah, hangi birini ansam da rahmetle hangi birine yeniden özlem mi duysam?
Çocukluğum ve de çorap söküğü gibi
gelen sayısız başarı ve dert ve ölümcül bir diyezde diyetini ödediğim elbet
çocukluğumda hatta bir ömür tabi olduğum askeri disiplin ve münafık gölgelerden
çektiğim kâbuslarıma denk düşen binlerce detay oysaki ben değil miyim resmin
geneline denk düşen?
Ayrıntılarda boğulduğum.
Ve yine ayrıntılarda mutlandığım ve
defalarca doğduğum.
Eşrafım belki de isyanın ta kendisi
üstelik gözleri açılmamış yetim mizaçlar.
Bir çocuksam kefilim de rüzgârıma.
Bir yetişkinsem neye delalet bunca
safiyet?
Bir romansam eğer sonunu nasıl tahmin
edebilirim ki?
Rölantiye aldığım bir mizacım varsa
eğer elbet aralıksız acı tüketmeli ve yazı türetmeliyim üstelik her fırsatta
sevdiğim her fırsatta sadece kendime kızıp da yüklendiğim.
Bir mezarlık bekçisi olmayı elbet ben
istemedim gelin görün ki etrafım ölülerden geçilmiyor bu yüzden ölmeyi
reddediyorum ne zamanki kalemi almayım elime ben zaten o mezarlığın yegane
sakini ve de ölüsüyüm.
Başrolde olansa bunca öğreti ve değer
başlığına sığan sayısız detay hatta yere göğe sığmayan bir o kadar ben de yere
göğe sığamıyorum oysaki kozamdaki mevcut g/örüntü asla bunu söylemiyor ve
kalemle raks eden en çok gövdemsiz salındığım bir hayal dünyası hani nerede ise
uçsuz bucaksız bir yolda nereye gittiğimi bilmeden attığım o ilk adım ve ilk
adım aslında aşılan kırk mil iken.
O kitap hala aklımda hani: hangi
kitap mı?
‘’Psiko sibernetik’’ isimli o kitap büyük
ihtimalle psikolojiye olan ilgime vesile olan ve ardı arkası eksilmeyen.
Hatta çok sevdiğim bir hocama da
armağan ettiğim ve kadının sözleri hala kulağıma küpe beynimde ise mağlup
gelmiş bir yenilgi.
Ne de olsa ikilem yüklü bir insanım
ve tüm zıtlıklarla hemhal hala yükselemediğim bir eksen ve envanter defteri
dünde kaybolmuş ve hala girdi çıktı hesapları yapıp içimde saklı o T-cetvelini
güncelliyorum.
Düşkünlüğüm kendime ve düşmanlığım
yine kendime.
Tren kaçta varıp da istasyona
sonsuzluğa yolcu taşıdı acaba ve asla da haz etmediğim tren yolculukları en çok
da çocukluğumda yaşadığım sayısız gidiş geliş ve sonsuzluğa uğurladığım sayısız
yolcu.
Romansın gizemi.
Rotamın da ihlali.
Rötarlı yazıyorum işte üstelik heba
edilesi bir ömür de değilken öncemde saklı ne çok şey bir o kadar hiçliğe maruz
kaldığım ya da varlığım tartıldığı ve hep de eksi hanede addedilen sahip
olduğumu geç fark ettiğim artılarım.
Bir pil gücünde isem günüme yetmiyor.
Bir pulsam sadece bir pul elbet dünde
kalmış pul koleksiyonum ve onları satıp da derin bir nefes aldığım…
Ne çok gidip gelmişliğim var sahiden
antikacılara elbet ilk göz ağrım iken elden mutlulukla çıkardığım duvar piyanom
ne de olsa oyun çocuğu iken ailemin dayatmasıyla sözüm ona ünlü bir piyanist
olma aracılığıyla nasıl da fedakârlık etmiştim çoğu şeyden üstelik bacak kadar
boyumla uzanamadığım nota kitaplarım ve notaların bir nokta haline gelip
gözümün önünde uçuştuğu…
Bir denklem olduğumun bilincinde
çıktım üstelik bu yola ve saf tuttuğum hangi bellek ve de bilgi pınarı ise yeni
denklemler eklendi eski dertlerimle ve eşit sayıda denklem olduğu halde bir
türlü çözemediğim şartlanmış bilinmezlikleri ama en çok da x-y eksenini sevdim
hele ki denk düştüğüm hangi koordinatsa bir şekilde uzaklaşmak adına elbet
kendimden uzaklaşmanın en güzel formülü iken içinde kaybolduğum bilgi okyanusu
ve hala da derinlerden yüzeye çıkamadığım…
Kendi derinliğimde boğulurken eşlik
eden ne çok bilgi ve ben bildiğimi yeni yeni fark ederken ve daha nice
farkındalık tüm dürtülerin öldüğü ve göğe yükselmek dışında hiçbir isteğimin de
olmadığı elbet ölüm öncesi bir uçuş İlahi Aşkın ruhuma eşlik ettiği bu huzura
da vesile iken ettiğim dualar ve elimden düşmeyen kalemin aslında bir metafor
da olmadığı bilakis altıncı hissimle eşleşen…