İçimde asılı bir ihanet etme arzusu
ve yine içime yığdığım tuğlalar bir yandan inşa ettiğim duvarlar…
Sözcükler s/alınıyor ve her birinin
duvağını kaldırıp öpüyorum alnından üstelik teker teker ve hiç üşenmeden.
Mizacımla uyuşan bir deryada
s/alınıyorum üstelik ve üstüme alındığım alınmadığım her sözcük kâbusum oluyor
ne zamanki kalemi elime almayayım içimdeki düzenek infilak ediyor gün
içerisinde ve baştan savma yaşadığım bir on yılı düşünüyorum da…
Üşüyorum hem de nasıl.
Bir yandan soğuk terler döküyorum.
Uğurladıklarımın arkasında ise illa
ki gözyaşı döküyorum.
İçimdeki ihanet duygusu kabarıyor en
çok hatta sadece kendime ihanet ettiğim…
Terk ettiğim hayallerim var hem de
kıyak her biri.
Af ola: ne de olsa amiyane konuşmayı
yakıştıramıyorum edebiyatın uzandığı devasa ufukta ve ufalıyorum yüreğimi sonra
da sonra da…
Her şey flu işte ve gagasına yapışmış
yemler ile beslediğim nice muhabbet kuşu artık hangi çöplükte ya da hangi
saksıda gübre olup uzay çöplüğüne atmışken ben…
İmha etmem gereken bir mazim yok
benim çünkü her şeyi elleriyle inşa eden de benim yıkıp üzerinden de geçen.
Sonra da salya sümük ağlıyorum:
‘’Ben bir enkazım.’’
Haşa, Rabbim ben bunu sana nasıl
yaparım.
Af eyle.
Derken huzura kavuşuyor ruhum ki ne
zaman içimi sunsam maneviyatın eşiğinde bir beşikte sallanıyorum adeta ve
kulağıma ninniler ısmarlayan koruyucu meleklerim ne de olsa her ninniyi aynı
ölçüde sevmiyorum hatta her şarkıyı hatta ve hatta yazdığım ne ise unutuyorum
yazdıklarımı ve dönüp de yeniden okumuyorum bile.
Okumam gereken binlerce eser var
üstatların kaleminden ve yırtıyorum daha doğrusu bilgisayarda beğenmediğim ne
kadar yazı ve şiir varsa tarafımca yazılmış çöp kutusuna taşıyıp bir de onu
boşaltıyorum bilgisayarın belleğinden.
Sonra sonra…
Üç beş damla hâsıl oluyor ama daha
iyisini yazmam gerektiği için düşüyorum yola yine.
Yine mi ihanet edeceğim?
Elbet kendime bazen kendime olan
inancımı öylesine yitiriyorum ki ve sayıp sövüyorum kalemime.
Mola veriyorum bir molla ağırlığı ile
ve kalemi gö(r)müyorum sözüm ona ve bu sefer bitmeyen kavgama devam ediyorum
kaldığım yerden elbet tüm derdim kendimle…
Ne varsa haz etmediğim kendimle
ilintili ve ne varsa kendimi değersiz hissettiren ve sonra…
Telafi edeceğim madem heba ettiğim
ömrü…
Sevgi dolanıyor yüreğime ve
ayaklarıma ve kendimden uzaklaşmak adına kendime ve hatalarıma yakın durduğum.
Ve soruyorum en yakınlarıma:
‘’Suçlu muyum?’’
Gülüp geçiyorlar ama içimdeki
huzursuzluk hız kesmiyor.
Bir şeyler yapmalıyım iyi de bu
saatten sonra yeniden mi çalışmaya başlayacağım ya da yaş sınırı olan bir
atamada yeniden mi müracaat edeceğim milli eğitim bakanlığa?
Titrim ne ise.
Titreyen yüreğim.
Dünde kalan kırıntılar ve bu günün ve
kalemin sermayesi iken bir o kadar hayal gücüm.
Kendime yetemediğim bir ömür ve
hayatımın yarısına yakını eğitim kurumlarında geçirdiğim ve resmi anlamda an
itibari ile öğrenci olmasam da hala okul önlüğüm ve hala boyumu aşan kitaplar
ve kırtasiye malzemeleri bir de utanmadan kendime aldığım oyuncaklar ve
kucağımda sıkı sıkı eve geldiğim.
En çok da kitaplarla olan dansım.
Bir kitabı alıp da elime ve ilk
sayfasını açmadan evvel kitapla kurduğum o yakın temas. Gülmeyin de sakın: ama
bir kitabın kokusunun üstüne asla parfüm tanımam ve de en güvenilir dost ve
bunun vesile olduğu nice dostlar…
Yüzlere kitabım olsa bile hala gözüm
kitapçılardaki tüm kitaplarda iken…
Okullar kademeli açılırken ve
gittiğim devasa kitapçılarda kitap ve defter alan tek müşteri olmamla…
Ve kendimle dalga geçtiğim mi yoksa
kasadaki yetkilinin gözlerinin parladığı mı kucağımda onlarca kitap ve dergi
mutlanmışken ve onca kitabın da tek sahibesi iken…
İçimde depreşen bir ihanet duygusu.
Hâsıl olan binlerce sözcük aslında
zemindeki tek sözcükle yazmaya giriştiğim ve peşi sıra yüzlerce cümle…
Sahi günde kaç bin cümlelik sever ki
insan?
Ya, insan kendini kaç milyon cümlelik
sevip de huzur duyar?
Sancılı gibi görünen bir doğum kalemi
elime almadan evvel yüreğimi sıkıştıran sonra da sular seller gibi…
Ve beğenmediğim ne kadar cümle ya da
yazım varsa görücüye çıkarmadan silmekten de geri durmazken.
Sözcüklerim lokomotifim.
Bense körüklü otobüsün
direksiyonundayım ve yaza yaza o otobüs yavaş yavaş dolmaya başlıyor üstelik
kimse için tanınmış bir sosyal mesafe de yok iken bilakis dostluğun ve
edebiyatın ve paylaşmanın ibaresi ile zengin bir dünyaya kucak açtığım.
Öncemde ise…
Nice öğretmenim bana ışık tutan sonra
görevi ben alıp yüzlerce öğrenci okuttuğum sonrası ise karanlık.
Hamt etmekse günümdeki t/aşkın
basamakları.
Hurafeleri yok sayıp dün iken
sermayem ve zihnimin çekmecelerinde nice anı bir o kadar hikâye ne kendimle
ilintili bir o kadar hayatın muhteviyatı.
Zaman aşımına uğramadığım en azından
yaşımın insanı değilken ve hala lisedeki o coşkulu halim hele ki zeminde
büyüyen bir çiçek varken…
Öncemde saksı çiçeği olduğum.
Şimdilerde cennette açmayı beklediğim
ve açtığım.
Bazen hayatımın cehenneme dönüştüğü
bu sefer dikenleri kendime batırıp içime kapandığım ve kalemle olan tüm
ilişkimi defalarca sonlandırma noktasına gelip arsız bir çocuk gibi en fazla birkaç
gün yazmayı sonlandırdığım ve içimdeki ölüm dürtüsü ve de korkusu hasıl olan.
Ölümsüz olmayan ruhum ama her
yazmadığımda dünyanın sonu gelmişçesine ağıtlar y/aktığım.
İhanet zincirime artık tek bir halka
daha eklemeyeceğim bundan sonra çünkü beni bana yakın kılan güzellikler ve güzel
insanların varlığına vakıfım.
Severek büyüyen bir evren ve sevmede
sıra kendime gelmişken ve işte beni bana sevdiren.
Bir ihlal ise kendime ettiğim.
Ve gâvura kızıp orucu bozduğum elbet
dünümde verdiğim her fevri karardan sonra geç de olsa anladığım elbet sadece
kendimi cezalandırdığım ve asla da kendime acımadan yaşadığım ve yakınlarıma da
yaşattıklarım.
Bir günden arda kalanlardı yine
geceye denk düşen yolculuğum bir o kadar yarına hazırlık yaptığım tıpkı okula
giden bir öğrenci gibi ev ödevimi yapıp öğretmenimle beraber nice okuyucuya
teslim ettiğim elbet bir devir teslim töreni, yüreğin harmanlandığı bunca duygu
ve umut ve sözcük beni esir almışken ve hayatımda tattığım en mutlu esaret…