Söğüt Dalları Arasında El Sallayarak Giden Mutlu Günleri
Yağmurlu bir geceydi, yağmur hafifleyerek çişelerken, akşam karanlığını
bir sis kaplamıştı. Pencereden, bir metre ilerisi görülmüyordu. Yamaçlarda akan
suyun sesi yoldaki çukurları doldurarak, kapının önüne kadar geldi. Telaşla
kapıdan dışarıya çıkarak, yamaçlardan akarak gelen yağmur suyunun önüne set çekerek,
kapıdan diğer yöne akmasını sağlayarak, evin içine girmesine engel olması için
bayağı güç sarf ettikten sonra kapıyı kapatarak içeriye girdi.
Yanan sobanın yanına gitti, üşüyen ellerini ayaklarını ısıtarak, sobada demlenen
çaydan bir bardak içerek, içini ısıttı. Pencerenin yanına geçerek yağan yağmura
bakarken, yağarken toprağa düşen yağmurun sesine, kulağını verdi. Yüzünde hafif
bir gülümseme belirdi. Geçmiş günlerdeki o mutlu mesut günleri aklına gelmişti.
Şimdi bu odada bu kulübede, yalnızlığıyla hatıraları dolduruyordu, onlarla
şimdi mutlu mesut yaşıyordu. Bazen evin içinde dolaşırken ayağı hatıralara
takılır gibi hissederek, usulca yürüyerek buna özen gösteriyordu. Artık sağlık
durumu da iyi değildi. Kalktı tepedeki dik yamaca bakarak eski günlerin
özlemiyle kendisine sarılarak, aşağıdaki uçurumun kenarındaki ağaçlara ve akan
şelalenin akışına bakarken sarıldığı o ana döndü.
Buraya geleli daha altı ay olmamıştı. Evlendikten sonra, eşinde çıkan
astım nedeniyle bu dağ havası iyi gelir diyerekten, burasını satın almış burada
yaşamaya karar vermişlerdi. Bu dağ havası kulübe sessizlik temiz hava yeşillik,
eşine çok iyi gelmiş, yüzünde pembe gülücükler açtırtmıştı. Kendisine.
-Hayatım burası bana çok iyi geldi. Sana teşekkür borçluyum.
Kendisi eşinin soğuk ellerini şefkatle tuttu.
-Ne teşekkürü hayatım, bana da iyi geldi.
Şimdi o şefkat ve sevgi dolu sesini duymak için, ne gerekirse yapmaya
hazırdı. İçini pişmanlık kapladı bir anda, daha iyi olması için yurt dışından
doktor getirmek için, bunu ona açınca “Hayatım ben iyiyim, buna ne gerek var”
derken, onun sözünü dinlediği için pişmandı şimdi. Kesin bir karar varmak için,
bir hafta beklemiş eşindeki iyileşme devam edince kendisi de gerek olmadığı
yönünde, karar vermişti. Yine bir öğleüstü tepelerde el ele geziyorlardı. Güneş
yaz sıcaklığında ısıtırken, eşine bir şeyler olacak diye yüreği buz tutuyor adeta
titriyordu. Ben sizi tanıştırmayı unuttum. Şükrü bey ve biricik eşi Nursel
hanımefendi.
Bu dağ havası güneş ağaçların yeşilliği kuş sesleri ölüyü diriltirdi,
lakin Şükrü beyin içinde tarifi olmayan bir sıkıntı vardı. Üzüntülü anının bir
an geçmesini içinde dilerken, eşi Nursel’e hissettirmemek için mütemadiyen
gülümsüyordu. Her zamanki dağın tepesinde oturmak için yaptığı banka gelerek
oturdular. Bir dakika dahi olsun gözlerini eşinden ayırmadan göz ucuyla takip
ediyordu. Bunu fark eden Nursel.
-Hayatım, endişelenmene gerek yok, ben iyiyim. Anın tadını çıkaralım, beni
gizli gizli seyretmeni, üzülmeni istemiyorum
-Duygularımı bakışlarımı gizleyemedim, yakalandım her zaman ki gibi!
Bir sevinç canlılığı içinde, güldüler. Gülümsemeleri dağdan
yankılanırken, kulak kabartarak dinlediler. Şükrü doktorun kendisine
söylediğini söylemediği için, eşi öğrenerek ”Neden bana söylemedin, ömrümün az
kaldığını” kimselerden duymasın diye, endişe eşini saracağından korktuğu için
bu dağ evini, bu yönden tercih etmişti. Ona yalvaran gözlerle bakmasını
istemiyordu, bunu öğrenerek güçsüz kalmasını hiç istemiyordu. Gözlerinde akan
yaşları içinde biriktiriyordu. Kendi kendine “Kusuruma bakma hayatım, bu
gerçeği sana söyleyerek yıkılmana razı olamam, beni bir korkak bil, nedenini
sana bundan dolayı açıklayamam. Beni yalnız bırakmandan değil, zaten yalnız
bırakacaksın bu günlerini üzülerek bedbaht bir şekilde geçirmeni istemiyorum, ne
olursun beni bundan dolayı af et”. Eşine
-Buralardan sıkıldıysan kasabaya ya da şehir’e inelim. Bir otelde birkaç
gün kalalım.
Gülümseyerek.
-Hayatım ben sıkılmadım, sen sıkıldıysan gidelim, benim hastalığım
sayesinde burada kapalı kalmana üzülüyorum.
-Hayır, hayatım ne kapalı kalması. Sen üzülme, ben seninle nerede olsa
mutluyum. Bak elini vur kalbime, yanındayken nasılda hızlıca atıyor. Bir kelebek
gibi, kucağıma alarak seni uçurmaya bile niyetim var.
Kahkahaları yine yankılanarak,dağlardan kendilerine döndü. İncecik
bedenine iyice sarılarak kucağına aldı. Nursel.
-Hayatım, beni çocuklar gibi dizinde oturtmayı çok seviyorsun da, ben çocukluğumu
çoktan bitirdim.
-Olsun hayatım, seni çocuklar gibi seviyorum elimde değil, günlerce
dizlerimde otursan beni memnun eder çılgınca sevindirirsin.
-Öyle olsun hayatım, az kollarımı boynuna dolayarak uyuyayım.
-Uyuyabilirsin hayatım sabaha kadar seni uyandırmam.
Saatlerce oturmuş, uyandırmamak için özen göstermişti. Gel gör ki ecel
onu o andan sonra elinden almış, hareketsiz bırakmıştı. Bunu anladığı anda
içinde fırtınalar kopmuş, o boş bedenini dahi taşıyamaz olmuş, yere dizindeki
cansız kalan eşiyle yığılmış, saatlerce kalmıştı. Kucağında eve kadar taşımış,
sabaha kadar başında kalarak solgun gülümseyen yüzüne bakmıştı. Yanı başında
sabahın güneş ışıklarıyla kendine gelirken, telefonu eline alarak, kaynanasına
ve kayınbabasına haber verdi. Ağlama sesleri telefonda duyduğu anda kapattı, gözlerinde
akan yaşlara müdahale etmeden uzun süre ağlamaya başladı. Öğlene doğru ayak
sesleriyle kalktı, pencere yaklaştı, söğüt dalları arasında el sallayarak giden
mutlu günlerinin el sallamasını görür gibi, gelenlerin ise yalnızlığı olduğunu
fark etmişti.
Mehmet Aluç