Görmeyi reddettiğim bir düşün yabancısı ve yalancısıyım çünkü düş görmeyi ve aşka düşmeyi yasaklıyorum sonsuza değin.

 

Sonsuzluğun tanrısıdır içimdeki hicap ve efkârın iz düşümüdür kalemin bana uzaklığı ve soğuk gözlerinde hecelerin kendime yaklaşırken hala insanlardan kaçıyor olabilmemin de bir sonucudur bu uğultu ne de olsa devreleri atmış bir mevsimin ve bir ömrün hizaya geldiği şafak vaktidir her sanrıda içime kapandığım ve her ayrıntıda kendimi bulduğum.

 

Bulmadıklarım ve de en çok değerlerin güme gittiği ve değersiz hissettiğim günün ve ömrün aslında özentisidir düne: elbet martıların çığlıkları da buna delalet ve içinde yüzdüğüm o su küresi belki de bir yap-bozu inşa edip dağıttığım ve baştan kurgulamak adına hayatı.

 

Bir düşün soykırımı işte düşsel gezegenimde çıktığım o yolculuk belki de kendime gidip geldiğim kendimi ihbar etmenin verdiği acıtan zevkidir koşulsuz şartsız yazabilmenin de coşkusu.

 

Köhne beyitler sallanıyor.

 

Kör cahil nidalar aşkı ve bilgiyi kundaklıyor.

 

Şerde bile hayır bulabilirken insan…

 

Ve de insan en çok da sevdiklerine hayır, diyemezken.

 

Çileli yollar.

 

Çileli yokuşlar en çok da Üsküdar’ı mesken tuttuğum ne zamanki başım sıkışsa gitmeyi aksatmadığım bir türbe işte yokuşu bol çileli Üsküdar’ın o tanıdık siması: Aziz Mahmut Hüdai Türbesi...

 

Sözcükler kasvetli ya da mübalağa yüklerken değerlere.

 

Varlık kanamalı ve satır aralarına hezeyan ektiğim.

 

Heyecanla aradığım ama neyi aradığımı da bilmezken.

 

Bilebilmek olası değil işte ve kaderin tayin ettiği o rota hele ki kaderci ise insan.

 

Pekişen bir rehavet asılı havada en çok da havanın ağırlığında varlığımın hafiflemesini beklemediğim ve midemde uçuşan sinekler belki de boş boğaz imgeleri yutmaktan açlığımı sonlandırmayı umduğum ve işte bir ömür yaptığım.

 

Şahit tuttuğum kalem ve şiarı yüreğin ne de olsa duyguların dalgalanmış çığlıklarında övünüyorum içime doğan rahmetle.

 

Gölbaşında yenen bir yemek mi yoksa huzurun adresi?

 

Kim kaybetti de ben bulacağım hem üstelik en başta ben kaybetmişken sistematik arayışımın neticesinde mi rast geleceğim kendime?

 

Rüzgârın üflediği yüzüm.

 

Yüzümden düşen binlerce parça.

 

Parçalanan bir dünya ve duygular ve kanamalı bir geleceğin göz kırptığı belki de benim göz kırpan içimde ne çok yeis en çok hatta sadece kendimi yerdiğim ve içim içimi yerken hala tok olduğuma dair gelişen o kuvvetli hissiyat.

 

Paye verdiğim hangi duyguysa geçiştirmenin mümkün olmadığı.

 

Belki de piyonuyum yüreğimin ve çektiğim kabir azabını yok saymak adına kendime yeni bir mezar kazıyorum ve deştikçe deşiyorum içimi ve efkârın bam telinde, gam yüklü notalarda sekiyorum bir masaldan diğerine hele ki öykündüğüm sonsuzluk iken başı olmayan bir masalın neresinden tutsam elimde kalıyor.

 

Rengi solmuş göğün.

 

Tanrının dokunulmazlığı ve insanlar isyan yüklü ve reddediyorum bunca isyanı sonra hamt ediyorum sonra devam ediyorum kaldığım yerden gelin görün ki bir arpa boyu dahi yol gidemezken biliyorum da ben çoktan gittim kendimden.

 

Sönük şehir ışıkları hele ki saat gece yarısını buldu mu ve işte nöbet saatim geliyor ne de olsa birileri geceyi beklemeli gece de bilinmez en çok da biz ve yarınlar saklı iken o bilinmezde.

 

Tüten bir duman oysaki yanan hiçbir şey yok sadece afaki bir buluta rast geliyorum ve kendimi vapurdumanının yerine koyuyorum.

 

Usulca sızan içime.

 

Ayyaş bir şarkı belki de naraları dünde kalan o kabadayının beylik efkârı ve sözcüklerin küstüğü zaman zaman en çok burnundan kıl aldırmayan bir acının tünediği çatı katı oysaki ne gelen var ne giden belki de gidenler asla gelmeyecek tıpkı gelenin ta kendisi iken hüzün postası elbet kendime postaladığım mektuplar ve yazmanın ertesinde ne yazdığımı unutmak adına balık hafızasına kalemin yeni yazılar derliyorum.

 

Gönül koyduğum.

 

Gönlüm de yok iken yarınlarda.

 

Gönülsüz bir savaşçıyım belki de tüm meydan savaşlarında bir gölgeyle güreşe soyunduğum bu yüzden kat kat giyiniyorum en çok da ütülemeden içimdekileri bir eşarp gibi doluyorum boynuma.

 

Elim ayağıma dolanıyor ne zamanki kalem kapıyı çalıp da beni evde bulamazken bu yüzden aralıksız tavaf ediyorum ruhumla tüm evreni tıpkı hüznün de eksik olmadığı her satır aralığında kendimle yüzleşmenin verdiği öz güven ile bulabilmek adına ama neyin de beni beklediğini bilmez istemez hatta umursamazken dahi ne de olsa fıtratımın fırtınasında günüm günüme uymazken belki de gün yüzü görmeye hasret bir edayla salındığım pervasızca hasret duyarken dünde kalan coşkulu ve mutlu çocuk yanıma…

 

 


( Hayır... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 7.01.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu