Ölü bir iklimin yasını tutuyorum oysaki günlerden Nevbahar belki de başat imgelerin ve dolgun başakların rüzgârı ile uçuşuyor eteklerim en çok da ağırdan aldığım bazen de birilerinin, ağır ol da molla, dediklerinden mi ne…

 

İç sesimdeki çılgın ruh hali bazen dış sesin efkârı bazense kaybolan frekansımla hala dikiş tutturamadığım şu hayatın nesinden nemalandığıma akıl sır erdiremezken.

 

Belki de bir izotop gibiyim belki de hacmi ve ağırlığı olmayan bir cisim ya da hala reşit olmamayı becerememiş bir kız çocuğu gibi ki yoksa hemcinslerimin yüz karası mıyım?

 

Asla da birilerine öykünmediğim.

 

Hala içimde top oynayan saçlarına asılı iken kelebekler.

 

Hala çiçek sepetimde saklı iken oyuncaklarım ve hala renk renk kalemler satın aldığım ama yüzümü boyamak için değil sayfalarca kâğıtla haşır neşir ve bir öğrenci gibi günü de saatlere böldüğüm ve verdiğim her molada kendimi bahçeye attığım.

 

Sözcükler pek bir suskun bu gün sanırım bu aralar fazla canım yanmadığından mı nedir ne içimden ağlamak geliyor ne de hüzün bulutlarına göz kırpıyorum sanırım mutlu ve de huzurlu olmak yaramıyor bana ama her halükarda sevebilen bir sayaç var içimde hali hazırda kendimle de barışık iken…

 

İstanbul’un havası ile iştigal içimdeki mevsim ve bir yanım parçalı bulutlu diğer yanım güneşli ve gecenin bir vakti ben nöbette iken sokak lambası bile isyan etmiş tüm sokak karanlığa bürünmüşken.

 

Bazen aklıma düşen B. Karasu’nun kaleminden okuduğum o gece işçileri/bekçileri ve karşımızdaki kilisede nöbette olan bekçilerden de farkım yok sadece onların belindeki tabanca bense sefil kalemimle bir yandan da sokağı gözetliyorum ve yasağı delen üç beş kişi ya gülerek geçiyorlar ya da gezdirdikleri köpekler iken aslında sahiplerini gezdiren.

 

Bir çiçeksem illa ki mevsimsiz açıyorum.

 

Bir rüzgârsam içim dağınık olan.

 

Bir bulutsam eğer ki ve de havadan kaptığım nem ile her an ağlayabilirim ya da şerit değiştiren bir araba kimi direksiyonu illa ki üstüme kırıyorum ve hala da su alan gemimi terk etmedim demek oluyor ki; istikrarsız bir şekilde yörüngemden firar edebilirim ki etmiş bile bulunuyorum dün olduğu gibi elbet yarınlar için de aynı şeyi söylerken.

 

Kulvarımda birinciyim çünkü içimdeki ritim ile tepiniyorum ve kendimle olan mücadelemde sadece kendimi aşmaya programlanmış belleğim hem üst bellek hem de alt bilinç zaten ev bile bu dağınık mizacımla asla toplu kalamazken bir de yanımda olan kim varsa haddinden fazla yorduğum bir o kadar yorulduğum.

 

Sınandığıma vakıf istikrarla daha da çok inanıyorum ve hız kesmeyen bir coşku ve aşkla koşuyorum Rabbime ve O’na emanet ettiğim hüzünlü kalbim üstelik sadece O iken hüzünlü kalbimi en çok seven demek oluyor ki doğru yoldayım zaten birilerine benzemek gibi bir düşüncem ne oldu ne de aklımdan geçti.

 

Bir ara denememiş de değilim hani hatta kötü olmayı deneyip onu bile yüzüme gözüme bulaştırmışken çünkü zarar verdiğim ve de vereceğim tek canlı kendime olan düşkünlüğüm ya da düşmanlığım ve ket vurulan her duygumdan fazlasını üretip bol miktarda gözyaşı dökme ihtimalimle içime yağmayı seviyorum ve yazma eylemi ile yaşlarımı dışarı da savurabiliyorum ve her halükarda iyi geçinmeye çalışıyorum kendimle hem aştığım çok şey var.

 

Misal mi…

 

Kendimsiz bir dünya özlemimi terk ettim mademki kendimi terk edemiyorum ve mademki bu can bana verildi elbet benim de yaşama ve mutlu olma hakkım var üstelik bu hakkı elimden almaya çalışanlara da açtığım savaşla biliyorum de Hak kapısına yürüdüğümü en azından insan olarak çürüğe çıkan beynamazlardan bir ömür İllallah demişken hem Rabbim beni benden ve herkesten iyi bilirken.

 

Renkler.

 

Düşler.

 

Bir de bulutlar.

 

Sessizliğin dokusunda dokunabildiğim kadarım en azından belki de payidar kılmak adına ilkelerimi ve sezilerimi de ütülemeden bir tebessüm bahşetsin Rabbim diye beklemedeyim.

 

Elbet kalemin de kayıt düğmesi bazen birkaç kere basmak gerekiyor ama…

 

Ne de olsa hafıza başa sarıyor ve alt bilincim de tıklım tıklımken çok şey düşüyor payıma ve ben cımbızla seçip alıyorum bir bir hafızamın tarlasında hangi ekini biçmişsem ya da dün mizaçlı bir anı’mı güne uyarlamak adına.

 

Ne asma kata çıkıyorum ne de zemin kata iniyorum çünkü öykündüğüm boyutsuzluk.

 

Yağan yağmurla işe koyuluyorum elbet camlar açık ardına kadar ve sulu sepken gözlerimde daha da iri damlalar birikmekte bense hicaz makamından hazan makamına geçiş yapıyorum iyi de mevsim kış ve havada da saklı iken kırışık bulutlar ve işte çok şık bir geçiş yapıyorum elimin hamuruyla da değil hani: elbet kalem ve yürek iş birlikteliği ile ben de bilmiyorum fırından neyin çıkacağını.

 

Lezzetli ve de kalorisiz besinleri ruhumun ve ne ilginçtir ki midemi de kandırıyorum.

 

Boyumu aşan dalgalar mı var?

 

Ne gam.

 

Örtündüğüm kadar övündüğüm de elbet içimdeki hazinenin saklandığı yerde hakkaniyetle yaşamanın da verdiği bir vicdan rahatlığı en azından ölçüsüz sevebilmeyi başarıyorum hani nerede ise kendimi de pek kabullenir olmuşken özellikle de son zamanlarda.

 

Sözcük cumhuriyetinde saklı ne varsa artık…

 

Elbet böyle değil çünkü şanı şerefi olmalı yazılanın elbet kendime duyduğum saygıdan da öte sayfama misafir gelen sevgili okuyucuyu da gönül rahatlığı ile ağırlamalıyım.

 

Mevsim pek bir gürültülü bu aralar ve de kafası haddinden fazla karışık belki de budur beni İstanbul’un havası ve mizacı ile yakın kılan.

 


( İstanbul'un Havası Ve Ben... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 2.02.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu