Hangi mevsimin ırkında saklıydı
mutluluk ve hangi öğündü atladığımız en çok da gönül sofrasında buyur
ettiğimiz, hangi aşkın kıblesinde yanıp da sönmek bilmedi sessizliğin ateşi?
Sözcüklerdi kimi zaman şaire yavan
gelen ve işte hükmettiği nefsine neye binaen sırtını dönmüştü hayata?
Kıblesinde tavşankanı bir acı iken
demlenen rengi hep mi soluktu mahzeninde açacak bir çiçeğin teranesi bir türlü
dinmek bilmeyen?
Soyu tükenmişti aşkların ve şiarı
sadece özlemdi ruhla iştigal bir sitemdi kendine ettiği ve savurduğu gözyaşı,
mevsimin de çoktan bağlanmışken basireti.
Huysuzdu şair belki de huyundan
vazgeçmeyen ruhundaki firardı içtiği şiir niyetine elbet kaderdi nicesinde
tersleyen.
Özlemsiz geçmezdi günü en çok da
ömrün hükmettiği mutluluğun arifesiydi ne zamanki alsa kalemi eline ve huzurun
tetiklediği iç sesi en çok da kalemin dans ettiği göğe uzanıp da dokunduğu
öncesinde saklı bir rövanştı elbet kendine mal ettiği düzenekte mi saklıydı
keramet?
Yansıyandı illa ki sevginin ışığı
bazen ruhunu bazen gözlerini kamaştıran ve fısıldayandı iklimin kuyruğuna
takılı yıldızlardan ördüğü bir hale belki de nifak sokandı kindar gölgeler
burnundan kıl aldırmayan hangi lanetse iblisin sunduğu ölüme davetiye çıkaran
bir karanlık vuku bulan gel gör ki içindeki aydınlıktı bunca olumsuzluğa rağmen
yoluna ışık tutan.
Namelerdi miadını dolduran ve hazin
bir yokuşta başı dik çıktığı her dağ yamacında en çok da sırtını dayadığı kar
ve şükürler olsun ki o dağdı karların asla yağmadığı.
Gönül penceresinde saklıydı umut.
Nazenin fıtratında gün birlik bir
yolculuk kalemin rücu ettiği her sözcük aslında yalnızlığın tayfasıydı ne
zamanki elinden kalem düşse işte başlıyordu içindeki cehenneme yolculuğu.
Bir fısıltı idi sonlanmayan ve
şeceresinde eksikti güfteler bu yüzden her günü şiir bildi ve niyazında saklı
huzurun esintisi aşkın da umudun da bestesiydi.
Duyulmazlığın indinde.
Görünenden çok öte.
Görünmeze ve imkânsıza duyduğu aşk
zaten buydu ruhunu zora sokan ve cebelleştiği devasa dalgalar boyunu aşan.
Kıpraşandı ve dokunamadığı her
yıldız.
Delişmen rüzgârdı gölgesini kovduğu
her açmaz.
Şarkıların bedduasıydı belki de çatıştığı
içindeki kimlikten sökün eden binlerce bilmece ve ne çok denklem asla taviz
vermediği hüzün ne çok özlem nasıl oluyorsa illa ki öykündüğü dünün de
muhasebesi.
Bir fasıldı geçen.
Bir sanrıydı gerçekleri gölgeleyen.
Bir cümbüştü idamesi aşkın.
Bir keşişti aslında şair en çok da
kendine şaşkın.
Kehanetlerdi kundaklanan ve umudu ile
huzuru kucaklama arzusu pekişen bir rehavet bazen kıyamet öncesi sessizlik ne
de olsa fıtratıydı şairin dinmek bilmeyen fırtınası.
Acısından ölmedi.
Aç kalsa da yaşadı.
Acımadı da kendine ne de olsa daha
yolun çok başındaydı.
Kıblesinde İlahi bir Ateş;
yörüngesinde kaybolan kimi zamansa batmak bilmeyen güneş.
Bir vecize idi madem yaşamak.
Veziri kimdi sahi içindeki sarayın da
bahçesinde salınan hayaller gibi meleklerin tiz sesinde kaybolması da an
meselesi idi aşkın ve ışığın.
Layığıyla da sevdi.
Lütfu idi ne de olsa evrenin ve
mademki sevgi idi bahşedilen sessizce nakşetti sözcükleri ne ise dilemması
ömrün ne ise dillendirdiği günbegün bir tek günde saklı olsa ne ki ne de olsa
sonsuzluktu g/özünü diktiği.
Sökün eden o vaveyla rengi solan
ömrün güdümünde ölümün kibrine yenik düştüğü gecenin de nazenin gölgesi en çok
sevgisi ile aydınlık kıldı önünü.
Sözcükler değildi sıradan şair
görünürde sıradan olsa da lakin sıra dışıydı dile gelmeyen belki de sırasından
atılan bir öğrenci gibi hala ilikliyordu önünü en çok da hayat iken öğretmeni.
Mevsimler soyundu ve ortaya çıktı
gerçek rengi her mevsimin de ayrı idi hasreti en çok yağmurun sesi en çok
rüzgârın albenisi belki de sıcak bir günde üşüyen düşleri gibi defteri kebirdi
aslında yazdığı her şiiri de dikerken ömrünün yapraklarına sığındığı bir
Rabbi’ydi bir de kalemi elbet eşref saatinde sırasının gelmesini beklerken asla
da eksik etmedi niyazlarını.
Sözcükler ılık bir mevsim ve ılıman
bir hayalin cennet bildiği her gecenin de ruhunda saklı iken o geçit aslında
günü bölen bir dinlenceydi ne zamanki uyutsa içindeki acıyı bir şiir olup düşüp
de yola en çok da gözünden düşen yaşta saklıydı ömrü.
Huzura binaen yazdı ve yaşadı.
Acılar katlanırken hala sevme
telaşındaydı.
Renkler bazen öksüz bazen kimliksiz.
Ruhundaki teyakkuz ve yetinmeyi bilse
de yetemediği bir evrendi ona racon kesen oysa hayata ve sevgiye sevdalıydı en
çok da kalemi ve sadece diledi Rabbinden d/okunurken ruhunda infilak eden her
duygudan da hayattan da ümidi kesmeden.
Bir es verse de mutluluğa.
Bir katre de olsa saklı evrenin
ruhunda.
Bir resimdi belki de asla ait
olmadığı ne de olsa hayatın ve insanların nazarında yoksunluğun şiarıydı ruhu
gel gör ki asla gelgeç değildi sevgisi ve duyguları en çok da ışığını saklı
tuttuğu ömrün güftesiydi sözüm ona ne zamanki avutsa içindeki çocuğu ve yerli
yersiz yanan canında hala açacak bir gonca ise hazır ol’da beklediği yetmezmiş
gibi sadece uzandı eli imkânsıza ve dokunmaksa İlahi Ateşe asla da yanmadı
elleri en çok da içi yanarken usul usul ve sezdirmeden sadece ve sadece sevdi
ve baş koydu bu yola bir kez dahi yolundan dönmemek üzere.