Ruhumun ucunda saklı o yanık kokusu
ve içselleşen yalnızlık krema kıvamında boca ediyorum her yanıma ve iki yana
düşen kollarım ve ah, o içimdeki kırık pencere.
Mahzun bir kuşun ayak iziyim,
sektiğim değil sarktığım o pencere ve işte sırtımı sıvazlayan şair ve
kimliksizliğimi ihbar ediyorum…
Ah, yenik düştüğüm düzen.
Düzensiz duygularım ve düzeltme
ihtimali olmayan zaten hayatımda yolunda giden ne ki kaçak yolcusu bile değilim
hayatın ve irkildiğim kadar korkuttuğum her yabancı elbet en gizemli yabancısı
ben iken mutluluğun ve göğün verdiği muhtıra ve işte şakıyan rahmet dolu
mahiyetinde düşen yüreğime ve el pençe divan asıldığım kancaya dokunuyor
yüreğim ve külyutmaz duygularım…
Aşikârsa sızlandığım.
Aşina olduğum hiçlik.
Kulvarında at koşturan yenilgilerim
ve söylenceler hırpani ruhumun da geride bıraktığı o enkaz ezkaza kendimi
bulacağıma dair de bir hurafe bir kilit noktası iken yazılan elbet kilit
vurduğum yüreğin de okuduğu martaval.
Tebessümler eksiliyor cebimden ve
elimde saklı rüzgârın peçesi ve işte kavuştuğum asla söylenmeyen beste gel gör
ki kulağımdan gitmiyor bense kendimden gidemiyorum bir türlü o yüzden ara sıra
kaçıp yüreğine konuyorum ve yükümü azıcık hafifletiyor senden esen o meltemle
sözüm ona…
Vakıf olduğum ne ki? Hem vaktim ne
kadar kaldı ki?
Kol kanat gereceğim bir çocuk yok
artık içimde daha dün öldürdüm ve geride kalan tüm kanıtları yok ettim az evvel
yazdığım şiiri de yaktım onun cesediyle birlikte ve işte bozguna uğradığım
ömrün ertesi boca ediyorum hhher duyguyu ve bu sefer daha farklıyım belki de
tahayyül edilmeyecek bir gizemin neferi iken şart koştuğum da hiçbir şey yok
işte.
Şerh düşülesi sadece hüzün bohçam ve
kulvarında öncüsü olmayan tek koşu atı benim.
At başıyım dünümle ve sadece on
yaşındayım üstelik yazdığım günden bu yana geçen zaman on seneyi de
bulmamışken.
İkmalini yapıyorum tükenen yakıtımın
ve senden sadece beni daha çok üzmeni talep ediyorum her ağladığımda biliyorum
da yaşlarıma eşlik eden yorgunluğunu.
Yorgunum en az senin kadar.
El yordamı sevmişken seni.
Kalem yordamı iken yazmanın verdiği
huzur ve son zamanlarda bu bile yetmiyor bana oysaki hep yetinmiştim ben mazhar
olduğum ne ise hatta kifayetsizliğime bile razı gelmişken bir ömür.
İçimde ukde kalandır yirmili
yaşlardaki coşkumun peşine takıldığım ama ben çoktan kaçırdım treni ve kaçak
yolcu olarak bile muamele etmiyor hayat bana.
Kaçamadığım kendim.
Kaçtığım da.
Gözlerimi kaçırdığım yine kendim.
Kulaklarımdan gitmeyen sesin ve
şiarın iken senin tamamladığın bir yap-boza yeni parçalar ekliyorum günbegün ve
yüzümün güleceğini de artık sanmıyorum.
Sözcükler mahzende saklı tuttuğum
ömrün de arka bahçesi iken karanlığın hücumu ile hükmeden kaderi elbet çoktan
kabullendim ben ve cesedimi çiğneyeceklerini biliyorum kaleme almadığım her hikâyenin
bende ayrı yeri ve acısı varken.
Acımla yetinsem keşke ve işte asla
açılandıramadığım duygular içindeki gizi bilsen ne ki ve söylediğim henüz
hiçbir şey.
İçimdeki şarlatan beni yıkıma uğratan
ve ben kaçamıyorum işte ruhumu ele geçirenlerden.
Üşüyorum.
Düştüğümü kimse bilmesin de.
Susuyorum hem de nasıl.
Usumda saklı kayıtlar ve imha etmek
adına her birini, yazmak zorundayım ben ve yazamadığım yazgımla istişare
ediyorum lakin kaderin dokunulmazlığı var ve kederle kabulleniyorum.
Bahtım ya da tahtım…
Çoktan terk ettim ben bulunduğum
makamı.
Kimliğimse karambole giden ve işte
hatim indiriyorum ardı ardına sonunda Ramazan da terk edecek beni ve işte
bayram çocuğu gibi yine peşine düşeceğim hayallerimin ki artık hayal kurmayı da
tehir ettim tıpkı bir ömür ertelediğim mutluluktan yana da kesmişken umudu yine
de yine de…
Gün geçmiyor ki.
Marazi bir fısıltıda adıma rast
geliyorum belli ki gölgelerin ve iblisin diline düşmüşüm ama ses etmiyorum ve
sabırla bekliyorum İlahi Adaletin tecellisini.
Ruhum ve tutulan nutkum.
Uğurlu sayımsa on üç çünkü tüm
betimlemelerde aralıksız yerimde sayıyorum ve her içtimada yakalanıyorum
komutana elbet o bilmiyor rütbemdeki eksikliği ve olmayan apoletlerimle
aralıksız hazır ol’dayım ve aldırmıyorum da ne zaman çıksam çarşı iznine illa
ki yakalanıyorum ne de olsa unutuyorum dışarı çıkmamam gerektiğini.
İşin içinden de çıkamıyorum ve asla
şafak saymıyorum çünkü bu nöbetin sonlanmasını da istemiyorum ve işte kaderin
yazıcısıyım sanırım en sevdiğim yüreğimin çıktısını aldığım elbet yazıcı
unvanımla pek bir seviyorlar beni birlikte.
Sivil de olsam.
İçinde yaşadığım ve yaşattığım askeri
disiplinin de tek sorumlusuyum ve babam gittikten sonra bana miras bıraktı bu
kaçışı ama kaçtığım kadar dünyadan kendime teslim olmuşken ve işte bu sefer
kalemimi teslim ediyorum kendime ama istediğim gibi de gelişmiyor olaylar.
Yazdığım ve yırttığım binlerce cümle.
Cümleten de kırgın olduğum içimdeki
sese…
Kızgınlığımsa belki de doğduğum güne
ve işte efkârımın baş sorumlusu iken içimdeki onlarca ben ve bölündüğüm kadar
bin parçaya görüyorum ki acısından da ölmüyor insan.
Sayımda eksik çıktı düşlerim bu
yüzden cezaya kaldım ve az sonra yoklama var.
Şimdi gitmeliyim ve bir bir ifa
etmeliyim vazifelerimi.
Ki babam da huzur içinde uyusun ve
umarım bir gün af ederim:
Onu ve kendimi ve dokunamadığımken
hayatın ipini de çoktan kaçırmanın verdiği esef ve hicapla sarıldığım sadece
kalemim ve yüreğimde aralıksız volta atan bıçkın rüzgâr…
Nöbetteyim, baba hem de aralıksız bu
yüzden nöbetimi bırakıp gelemiyorum mezarına ve beni beklediğini de biliyorum
ama daha vaktim var elbet kendimi sevmek ve de seni af etmek adına daha çok
yazmalıyım ve okumadığını bilmek ayrıca acıtıyor canımı.