VUR  HEKTOR  ALLAAN GURBAN !

Eminim aynıyla vâki bir anı olduğuna inanmakta zorlanacak veya inanmayacaksınız ama aynıyla vâkidir.

*******************************

Sevgili Kardeşim Gökdeniz’e ( Erol Başçı ) İthaf edilmiştir. 

********************************

Geçende yazdığım ‘’Millet-i Sadıka Dediğimiz Ermeniler Hiç De  Sadık Değillermiş.’’ Başlıklı yazımın 6. Bölümüne sevgili kardeşim Gökdeniz ( Erol Başçı )  Şöyle bir yorum yazmıştı:

‘’Şöyle bir zaman makinası olsa da bu toprakların son 150 yılını dünya gözüyle bir izleyebilsek hocam.. Bildiklerimiz mi çok, bilmediklerimiz mi diye merak ediyorum.’’

Evet, geçmişte yaşanan olaylar bir film şeridi gibi gözümüzün önünde canlandırılsa acaba ‘’ Vay anasını be,  ben yıllarca bunu böyle biliyordum ama böyle değilmiş. Ne kadar da yanlış biliyormuşum’’ Der miyiz?

Der miyiz dersiniz?

Gelin o zaman böyle bir deneyi bizzat yaşamış biri olarak beni izlemeye devam edin.

Şimdi ‘’ Hocam ne yani sen zaman makinesiyle geri gittiğini mi söylemek istiyorsun?’’ Diye heyecana kapılanlar olabilir ama durum öyle değil. Zaman makinesiyle bir yerlere gitmedim; bir kaç bin sene öncesi  bizzat ayağıma geldi.

Evet ne kadar bir zaman öncesinin ayağıma kadar geldiğini yazının başlığı olan Hektor’u tanıyanlar mutlaka anladılar ya da zaten resimden çaktınız ne kadar bir zaman öncesine gittiğimi.  Bilmeyenler de şimdi öğrenecekler.

Efendim 1963-1964 Öğretim Yılındayız.

Erzurum’un Pasinler ( Nâmıdiğer Hasangala---Kesinlikle Hasankale değil ) İlçesinde Nef’i İlkokulu 4. Sınıf Öğrencisiyim. 10 Kasım’da,  ölümünün 25. Yıldönümünde bayrakları yarıya indirerek Atatürk’ü anmıştık ama yaklaşık on- on beş gün sonra bayraklar yine yarıdaydı. Sonradan öğrendik ABD Başkanı J.F. Kennedy öldürülmüştü ve biz de ülke olarak yastaydık(!)  işte o günlerden bahsediyordum. Bazıları için fi tarihi olan yıllar.

O kadar eski bir zamandan bahsediyorum ki bizim emsal erkeklerin istisnasız hepsinin hayallerini süsleyen Brigitte Bardot bile henüz filmlerde başrolde değil yukarıdaki afişte de gördüğünüz gibi.

Neyse efendim işte o öğretim döneminin sonlarında sınıf öğretmenimiz Remzi Bey bir gün bir müjde verdi sınıfa.

-Çocuklar! Her biriniz ailelerinizden elli kuruş alın, yarın hep birlikte sinemaya gideceğiz.

Ben havalara uçtum tabii ki. Hasangala gibi elektriğin bile nadir bir kaç evde olduğu o yıllarda sinemaya gitmek ne demekti de... De si elli kuruş çok para. O parayı rahmetli annemden nasıl alırdım?

Erzurum’da olduğumuz için artık İstanbul çocuğu gibi anne demiyordum anneme

-Anaaa. Yarın sinemeye gidecekmişiz. Öğretmen dedi ki gelmeyen olursa sınıfta galır.

-Eee?

-Elli guruş istirem.

Efendim konuşmamdaki yarı İstanbul yarı Hasangala şivesine aldırmayın. Henüz Hasangala şivesini tam kapmış değilim.

Anam, cami cemaatinden bizim için toplanmış olan yardım paraları içinden bir elli kuruş çıkarıp verdi ama öğretmenime de bayağı bir saydı döktü.

Evet, sinemaya gidebilecektim. O her sene özellikle yazın Hasangalıları heyecanlanlandıran sinemanın kapısından içeri ben de girebilecektim. ( İstanbul’da yaşarken çok gitmiştim ama burada ilk olacaktı.)

Hasangalalılar yaz gelince bu sinema yüzünden heyecanlanırlardı zira düşünsenize rüyalarında bile görseler inanamayacakları Fatma Girik gelip o sinemada vedet oryantal olarak sahneye çıkacaktı ve onu canlı canlı hem de dansöz olarak seyredeceklerdi. (Oryantal ne biliyorum da ‘’ Vedet Oryantal’’ nedir bu yaşa geldim hâlâ öğrenebilmiş değilim.)

Fatma Girik’in Pasinler’e gelecek olması Hasangalalıları heyecanlandırırdı zira yarısı ‘’ Başımıza taş yağacak. Kesin Allah’ım bu gece başımıza taş yağdırır’’ Diye korkuya kapılırken halkın ( tabii ki erkek milletinin ) diğer yarısı Fatma Girik’i canlı canlı hem de dansöz olarak seyredecek olmanın heyecanıyla gösteri günü gelinceye kadar uyuyamaz, ağızlarının sularını bir türlü toplayamazlardı.

Ancak?

Ancak Fatma Girik’i seyretmek için bilet almış olan vatandaşlar sahne günü karşılarında dansöz olarak elli- ellibeş yaşlarında her tarafı pörsümüş bir bayan görünce şok olurlardı ama yapabilecekleri bir şey de olmazdı zira afişte yazan Fatma Girk’i,  Fatma Girik olarak okumuşlarsa bu yanlış okuma gösteriyi düzenleyenlerin kabahati olamazdı değil mi?

İşin komiği  bu kazığı her sene yedikleri halde her sene yemeye devam ederlerdi. Mesela bu sene Fatma Girk mi geldi ertesi sene Hülya Çokyiğit gelirdi. O kazık atlatılırdı ertesi sene o zamanların meşhur dansözleri Özcan Sekgül ( Tekgül ) Mine Oley ( Soley ) gelirdi.

Neyse efendim uzattım kusura bakılmasın

Sinemaya geldik sınıfça.  Seyredeceğimiz filmin adı: Truvalı Helen.

İlkokul 4. Sınıf öğrencileri olarak böyle bir filmi seyretmek suretiyle bilgi ve kültür dağarcığımıza ne atacaktık hiç bilmiyorum. Seyredebileceğimiz bir dünya film varken bu filmin özelliği neydi de buna gelmiştik onu da bilmiyorum ama gelmiştik işte.

Yok yok haklarını yemeyelim. Ertesi sene de ‘’ Vurun Kahpeye ‘’ Filmine gelmiştik sınıfça. Arkadaşları bilmem ama uzun süre imamlara düşman olmuştum o filmden sonra. Allah’tan annemin babası imamdı da ona olan sevgimden daha sonra öyle çok da sevmesem bile nefret duyguları beslememeye başladım imamlara karşı. Tekrar sevmeye başlamam ise yıllarımı aldı.


Derken film başladı.

Evet gözlerimizin önünden bir film şeridi akıp gidiyor. Her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Yani normal şartlarda anlaşılmayacak hiç bir yey yok değil mi?

Hz. İsa henüz dünyaya gelmeden 1184 sene önce Eski Yunan'da, Truva Prensi Paris, bir sebeple geldiği Sparta’da, Sparta Kraliçesi Helen’e aşık olur. Hatunu kaptığı gibi bizim Çanakkale’ye(Truva) getirir.

Helen’in kocası Menelaos, sabah kalkıp da avradı yatakta göremeyince ve dahi Paris de ortalarda olmadığı için ama hepsinden çok kafasında birden bire oluşan boynuzlar sebebiyle terkedildiğinin idrakine varır.

O zamanlar tabii ki Esra Erol ya da Müge Anlı yok ki adamcağız gitsin ‘’ Karım beni boynuzladı ama ben onu çok seviyorum. Hatta başka insanlardan çocuk yapmış olsa da lütfen onu bana geri getirin. Eğer arzu ederse üç ay daha Paris’e metreslik yapmasına müsaadem vardır. Ne olur onu bana döndürün.’’ Desin. Mecburen ağabeyi Miken Kralı Agamemnon’a anlatıyor derdini.

Agamemnon ‘’ Tamam lan ağlama. Bi karıya sahip çıkamadın Zeus’un sünepesi’’ Diyor ve Truva’ya savaş açıyor.

Truva’ya savaş açıyor ama Truva dişli. Kral Priam’ın oğullarından Hektor Truvalılara kök söktürüyor diğer  evladı Paris,  Helen’le al takke ver külah yaparken.

Agamemnon çaresiz, tamamen bağımsız yani zevk için adam öldüren bir savaşçı ve yarı insan yarı tanrı olan Aşil’den yardım istiyor.

Of yaaa daldım filmi anlatıyorum resmen.

İşte bu filmi seyrediyoruz...

Her şey herkesin gözü önünde cereyan ediyor.  Anlaşılmayacak bir şey yok.

Ya da siz öyle sanıyorsunuz. Ben dahi filmi seyretmeye başladığımda öyle sanıyordum.

En Allah’ın öküzü bile en azından filmin Türk ve Türklükle ilgisi olmayan iki milletin savaşı olduğunu anlar öyle değil mi?

Öyle sanıyorsunuz mutlaka ama öyle değil.

Tam önümde oturan 40-45 Yaşlarındaki bir adam heyecanla bağırıyor ‘’ Vur oğlum,  vur goçum.  Göster Türk’ün gücünü  bu anasını biiippp... min  gavurlarına.’’

Dördüncü sınıfa gitsem de olayı biliyorum.  Truva Savaşında Türk diye bir unsur yok.

Adamın omuzuna dokunuyorum.

-Amaca bu savaşta Türk yok. İki  gavur milleti birbirin yiyir.

Adam önce benim yarı Pasinlerce, yarı İstanbulcama hayret etse de çabuk toparladı.

-Ola sen benden iyi mi bilirsen dığa? ( Dığa-Tığa Ermeni çocuğu demektir. O yörede kızdıkları insanlara derler.)

-Amcacığım biz bunları okulda öğreniyoruz. Oradan bilirem ki ham bu savaşta Türk yohtur.

-Ohula gidirsen ama bir poh örgenamamışsan.

Yahu resmen çattık. Çocuk olmasam dalacağım adama ‘’Hangisi Türk ulan? ’’ diye.

Adam tekrar döndü bana

-Görmirsen Türkler gavurların nasıl canına ohir.

Hımm anlamıştım. Amca Truvalıları tutuyordu. Zira filmin o kısmında Truvalılar, Spartalıları fena dağıtıyorlardı.

Zaten az sonra dayanamadı amca.

-Vur ula Hektor! Allaaan gurban.

Artık her şeyi göze aldım. Bu vatandaşın gözlerini açmam gerekiyordu. Bu kadar da cehalet olmazdı ki?

Tekrar omuzuna dokundum

-Amca,  hiç Hektor adında Türk olur mi? Görmirsen herif Türk degildir.

Adam gayet kendinden emin.

-Ola poh yiyenin uşaği. Taa o devirlerde varmiş.  Sen bu günlere ne bahirsen?  Bi poh bilmirsen sus bari.

Yahu kafayı yemek işten değil. Ulan arkadaş her şey gözlerimizin önünde apaçık, ayan beyan.  Bizzat kendi gözlerimizle seyrediyoruz ama gel gör ki adam Truva Savaşına biz Türkleri de dahil etti, hatta Kral Priam’ın oğlu Hektor’u bile Türk yaptı.

Yok, resmen taktım kafayı amcaya. İsterse dövsün. İlle de gerçeği anlamasını sağlayacağım.

-Amca, herhangi bir savaşın sonunda Türkler yenilir mi sence?

Adam neredeyse silleyi indiriyordu suratıma ama artık nasıl masum bir nazarla bakmışsam acıdı.

- Ola sen hiç Türklerin yenildigini görmüş müsen?

-Ne bileyim ki amca. Ben Türklerin herhangi bir savaşını hiç görmedim ki?

-Türkler yenilmez. Ham bunu da örgetmanızdan degil benden örgen.

Taşı gediğine sokmanın zamanıydı.

-Ama savaşın sonunda senin Türkler yenilecek.

Ben tam bu cümleyi söylediğim anda Aşil, Hektor’u öldürünce amca irkildi. Öyle ya o çok güvendiği Hektor öldüğüne göre acaba ben doğru söylüyor olabilir miydim?

Ama neyse ki Paris -karşısına çıkmaya poposu yemese de- uzaktan ok atarak Aşil’i tam da Aşil tendomundan vurarak öldürünce amcanın yüzünde güller açtı tekrar.

-Aşil de öldi. Artıh gavurlar eyice pohu yediler. Sen hala diyirsen Türkler yenilacah.

Yok, adamla tartışmak gereksizdi. En iyisi susup filmi seyretmekti.  Nasılsa sonunda onun Türk dediği Truvalılar yenilecek ve amca da gerçeği öğrenecekti.

Şimdi tahmin edin filmin sonunda Truvalılar yenilince amcanın tepkisi ne oldu?

a) ‘’Özür dilerim sen haklıymışsın, bu savaşta Türk filan yokmuş.’’ Dedi.

b) ‘’Aaa hayret, Türkler ilk kez bir savaş kaybetti.’’ Dedi.

c) ‘’Türkler şimdilik kaybetmiş görünseler de bu savaşın devamı var, devamında kazanacaklar’’ Dedi.

Aklınıza başka şıklar geliyor mu amcanın ne demiş olabileceği ile ilgili?

Neyse sizleri merakta bırakmayayım.

Filmin sonunda Truvalılar savaşı kaybedince amcanın tepkisi aynen şöyle oldu.

‘’ Vışşşşş torpah benim başaam. Savaşın başından beri Türk zannetiklerim meger gavur, gavur zannettiklerim Türkmüş. Ula anlamalıydım zaten Ispartalılar diyir,  Aga Memnun diyir. Öteki tarafta Türk adına benzer bir şey yoh idi. ’’

Sonra bana döndü.

-Hektor Türk degilmiş ama neticede savaşi yine de Türkler gazandi.

Yani değişmiyor değerli dostlar. Her şey tüm açıklığı ile gözünüzün önünde, herkesle birlikte seyrediyor ve olaylara şahit oluyor olsanız da değişmiyor. 
( Vur Hektor Allaan Gurban ! başlıklı yazı Sami Biber tarafından 12.05.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu