Portatif bir düşsün sen, sezilerimin
aldatısında tutmayı unuttuğum bir yeminsin sen ve ıssızlığın tarhında köpüren
iç sesim…
Korunaklı değil artık dünyam ve yakın
korumam sadece şiirler uzağımdaki hayaletler bile düşkün içimdeki çocuğun hüzün
yüklü çillerine…
Çile çile yumaklar saklı sandığımda
ve sanmadığım neyse arkasını topladığım rüyalarım ve rüzgârın ikliminde bir
sönüp bir yanıyor içimdeki öfke.
İdare lambasıyım aşkın…
Ah, nazenin sevgili.
İtibarımı yok saydım hem seni ilk kez
gördüğüm o gün itibariyle ve gözlerindeki ışıltıda kayboldum sonra yaza yaza
sana olan yolumu şeş beş cümlelerle tahta oturttum.
Bazen semiren.
Bazen kuruyan.
Bazen yalaka.
Bazen soğuk ve yanlı.
İç sesimde saklı özlem ve nezleli bir
gülüş gibi kaykıldığım şu sefil zemin.
Yerlisiyim ben aşkın.
Yabancısıyım ilk kez sende duyduğum
şarkının.
Satır başı yaptım yeniden bu aşkı ve
noktaların taciz ettiği her virgülü evlat edindim kalemim elbet sendi kalemi
fetheden ve ıssızlığımın duvarlarına astım şiir gözlerini sonra şafakları saydım.
Geceler sensiz öksüz.
Günlerse pek bir revaçta.
Geceyi gün, günü sen, seni hüzün
bildiğim.
Maviden turnam.
Aşktır yakamozum.
Öznemdir aşk.
Yüklem bildiğim özlem.
Öz veri ile sevdim ve ön sözü yoktu
bu aşkın ve ötenazi yaptığım dünün kıblesinde…
Sırtımı sana yasladım önce sonra
üstüne oturduğum üçayaklı taburenin ucuna iliştin ve zemherilerde açtım ben
esefle ve seninle.
Bir ilkbahar sabahıydı yola düştüğüm.
Gölgemle sözlendiğim yüzümle ortaya
çıktığım yüzsüz bir sevdayla dokuduğum şiirlerden çaldım bu aşkı.
Bir aldatıymışsın.
Bir handikap.
Bir rögar kapağı belki de çalınmış ve
üstü örtülü olmayan bir çukura düşüp de oradan uzaya transfer olduğum ve işte
neşeli ay dede bana nasıl da alayla bakıyor.
Yıldız olmanın neresi kötü?
Gözlerindeki yıldızları topladım ve
çarptım aşkla ve b/öldüm şiirle sonra yeniden doğdum yatsının sesinde.
Hüzünlüdür yüreğim ve mevsimsizdir
benim şiirlerim ve şeceresi hüzün kokan çiçektir dikili olduğum saksıda
yediverenler misali açtığım ve yedi tepeli şehrin sekizinci kubbesiyim işte ve
şiirler geçsin tutanaklara ve şirret gölgeler uzağımda kalsın ben de yatıya
kalan hüznümle pervane olayım geceye ve tüteyim vapurun bacası gibi.
Aşkın rövanşıymış hasret.
Hasretin gülüymüş öfke.
Sabır taşım çatladı ve yüreğim
taşlaştı artık.
Rüzgârsa içime esen…
Ah, sevgili, üşüyorum.
Sense çoktan düştün gözümden bense
çoktan düşmüşken senin yüzünden asılı kalan her yaşla da tek tek vedalaştım ve
ya, sabır ya, selamet deyip de yalnızlığımı kundakladı gece ve kucakladı gök
kubbe ve işte nihayete erdi asla var olmayan bu hikâye.
Cüssem ne ki.
Ve yırtık cübbem.
Cüzi iradem ve İlahi Aşkın duayeni
iken taşıdığım şu yürek ve vicdan ve işte adımlarımı yavaşlattım ve adımı
unuttum ve tensiye ediyorum tüm sıfatları ve isimlerimi refüze ediyorum.
Bir yıldızsam ne gama.
Gülümseyen çehreme taktığım çelenk ve
siyah güllerden bir demet yaptım ve koydum başucuna mezarımın sonra gömdüm
yüzlerce şiiri ve hayra yordum sözcükleri ve işte sessizliğinle gömdün beni ben
de seni.
Bir nüans ise şiir.
Bir şiirse ateş.
Bir ateşse aşk.
Bir aşksa her gün.
Bir günse bir saniye.
Bir saniye ise ömür.
Bir ömürse sezilerimden arda kalan.
Sezinlediğim o yokuşun başındayım
artık ve yokuş başı-kuş bakışı-adımlıyorum ben şehri.
Şehir sensiz de güzel ama hüzünlü.
Ben sensiz haysiyetimle çekip gittim
işte.
Yine de saklısın dualarımda.
Maviden çizgim, pembeden yüzüm,
sarıdan saçlarım, yeşilden gözlerim ve karadan önümdeki yol düne ise artık kal
diyemem tıpkı sen bana git, derken…
İstanbul mu?
Hüznüme ortak çıkan yaralı şehir…
Ve şairin dediği gibi:
‘’İstanbul ve sen neydi bir zamanlar
İstanbul ve sen ikinizden kalanlar
Tekrar tekrar ısrarla yaşayıp
durduğum
İstanbul ve sen neydi o bir
zamanlar…’’(A. İlhan)