Bir düş’ün çığıltısısın sen en çok da
semazen eteklerinde hayallerinin düş perilerinin dürtüklediği bir gizemsin…
Satırlardan taşan.
Bazen kurşunlanan.
Bazense kurtlanan bir elma gibi hani,
gökten düşmeyen hani zincir marketlerde yanına yaklaşılmayan bir meyvesin sen.
Düş hasadında saklıdır tezgâhın.
Ruhunu rölantiye aldığın efkârınla
yaşadığın ne ki yaşatmadığın iklimlerde saklı melodilerden ördüğün o
hikayelerinde sandığında sakladığın ve saklattığın ne ki sahi öncenden kaçıp
anından vazgeçip yarınlara hibe ettiğin o sessizlik.
Mealidir düşlerinin perdesini
çektiğin.
Maruzatından çok öte minvali kayıp
bir yolda gidip geldiğin.
Bir sırdaş ise kalemin beratı
verilmemiş bir beyanda saklandığın yetmedi mi?
Mintanın kanlı.
Mucidisin hem sen katil duyguların ve
ısrarla aradığın o huzur ve arandığın ne de olsa sen, kendi hayatının
katilisin.
Meczup ruhun.
Metazori gülümsemelerden arda kalan
bunca kinaye.
Kesif sessizliğin ritminde serili bir
kalp atışı gibi bazen nabzını alamadığın hayatın bazen nazire ettiğin mevsimin
dökümlü eteklerinde sürünen duygular gibi…
Ah, hafife alındığın ne ki?
Ağır addedilen hayal sepetinde saklı
bir gerçek belki de peştamalı gerçeklerin bazen karesini aldığın günün belki de
dünün kök hücresinde saklı bir maruzat gibi…
Ah, kekelediğin ve unutulmuş
hecelerden örülü saçakları gibi şarkıların kulaklarından asla gitmeyen alaylar
gibi…
Alayı mı duyguların?
Alıntı olmayan elbet yüreğine
saplanan o ağrı aslında açığa alınmış bir düşsün sen ve yüzü gözü açılmamış
binlerce gülüşe bedelsin.
Saf kan yalnızlığın.
Safiyet yüklü varlığın.
Safran sarısı düşlerin.
Safsata yüklü güncesi zalimin ve
neşreden yeni günde tüten bir duman gibi şehir vapurlarının bacasına sıkışmış
ölüm gibi aşk gibi hazan gibi ve sözcükleri kırpıp da kuyruğu olduğun o
yıldızın aslında gözlerinde oynaşan yıldızlardan fal tuttuğun aslında arka
cebinde şiirlerinin yas tuttuğun ve yeşeren iklimlerde açan ebegümeciler gibi
sofu yüreğinle taziyelerini sunduğun dünün nasıl da bir martaval olduğunu hala
anlayamamışken…
Çalakalem yaşadığın.
Tef çalanlara asla aldırış etmediğin.
Akranınsa duyguların ve eşleşen
sözcüklerde medet umduğun demek oluyor ki artık vakti geldi mutluluğun ve
devindiğin kıblenden firar etmeden içinde saklandığın kozan da infilak etmezden
önce yeter ki yeşer ve yaşat hayallerini bazen toz pembe ruhuna dadanan karanlığa
da asla aldırış etmeden…
Çekeceksen de çek pimini ömrün:
Ya batacaksın ya çıkacaksın düze
elbet dilinden de yüreğinden de eksik etmediğin duaların ve Rabbin iken sana
tek yoldaş.
Bir düş mahsulüsün, sen…
Prangalar vurulmuş yüreğinden
damlayan hezeyan gibi asılı kaldığın o kancada saklı bir ruhsun sen:
Kayıp.
Ayıpsın da artık ayıplayanların
tuttuğu çeteleye nasıl sığacaksa bunca isyan.
‘’Ses etme…’’
Dertlendiğin ne ki derlediklerinin
yanında?
Süt liman bildiğin dünyanın da kimi
insanın da mezhebi nasıl genişmiş oysa…
Kulağına gelenlerle yüzüne
söylenenler neden asla bağdaşmaz?
Sessizce ereceğin bir nihayetin
öncesi…
Hala eremediğin hidayetin günbegün
güncesi.
Sözcüklerse muadilin sessizlik en
serkeş yanın ve yalnızlığın, muallim.
Düş peksimeti her yalayıp yuttuğun hikâye.
Bodoslama sevdiğin insanlar ruhunun
kırıntılarında bile saklı iken hayal kırıklığı…
Kırıldığından kasır kırdığım onca taş
kıyamet öncesi kıyıldığın dilim dilim elbet kıyama durduğun ölüm öncesi.
Bir muhtıra ise verilen ve müsaade
istiyorum insanlardan.
Şakıyan yüreğim.
Okunacak Mevlut’um.
Rengimse çiy.
Rengim çiğ çiğ yenen düş pembesi.
Yenemediğim.
Yenildiğim.
Yanıldığım.
Yerildiğim.
İyi de kimim ben kimim?
Sözcükler mülayim bazen yorgun ve isyankâr
yüreğimin müptelası hüzün bakracım Nisan tasım ah, soytarı yalnızlığım,
muallim.
Tefe konan varlığım tıpkı enflasyonda
öncü tefe rakamları gibi istişare ettiğim sayılar ve çentik dolu düş hanem.
Nazenin bir yolcu.
Yorgan gitse kavganın dinmediği bir
öncü.
İklimin kirpikleri dökülüyor, muallim
bense müptelasıyım hazanın şuradan bir el ver de düştüğüm yoldan geri dönüşüm
olmasın.
Soytarı sessizlik.
Semazen yürekte saklı tabular.
Tespit edilesi nice detay ve hürriyetimi
doğduğum gün çaldırdığım ya da çaldırdığım telefon elbet kendimi aradığım elbet
meşgul çalan elbet müşküle düşen.
Sırp Sındığı savaşından aklımda
kalmayan bir tarih.
Cumhuriyetin kuruluşu.
Marmaray’ın hizmete girdiği.
Bense hala tren yollarında dünde
kalmış bir yük vagonu gibi çuf çuf diyen ruhum iken hayatın lokomotifi elbet
adım da kaçak yolcuya çıkarken tren garında demlendiğim bir istasyon ruhumu
kararttığım o gümüş tepside kendimi kendime sunduğum.
Hoyrat rüzgâr yaptı yine yapacağını.
Fukara yüreğimde seyyah bir sevda
masalı kindar iblise atıfta bulunduğum bir düş kesitinde kendime rastladığım
elbet göğe konuşlu bir yaygarayım ben henüz söylenmemiş sözcüklerden ördüğüm
bir hırka gibi göğün sırtına konduğum yeter ki düşler süzülmesin yalnızlığın
fukara yüreğinden…