‘’Deniz fenerinden mi çalarsın işte
çal
Kibrit mi tutarsın bilmem işte tut
Öbür ışıkları getir hadi Süleyman
Sana yağmur hazırladım yağdıracağım
Sen kimsin Süleyman bir de bu var…’’(Alıntı)
Gözlerim kamaşıyor, sevgili matemim
ve yüreğim kırışıyor bense mahcup varlığımla sekiyorum bir buluttan diğerine ve
hazmedemediğim ne varsa hatmediyorum mutlu mazimi.
Ruhumsa zehir zemberek ve uyumsuz
yüreğimle tek bildiğimi yapıyorum, Süleyman: ne mi?
Sevdiğim kadar mutluyum, dostum ve
zemherilerde açan kardelen yüreğimle bazen zehrimi akıtıyorum her içime
kapandığımda her dışa yansıyan yürek sesimle de afallıyorum kimi zaman ne de
olsa sevmek değil işin aslı ya da sevilmek mi yüreğin bekası…
Ah, rengimle solduğum yaz bahçesi.
Ah, solumla tutulduğum hazan mahsulü
şiirlerim.
Rabbime koşuyorum ezelden ve işte
üstümü ezip geçen gölgeler kıyıldığım bense severek kıyama durduğumu sanırken
bir ömür…
Ah, Süleyman: neyim var neyim yok al
ve istifle içindeki yetime: bilirim sen de benim gibisin her sevdiğinde yüreği
büyüyen her yok sayıldığında uyku tutmayan ben zaten bir ömürlük uykuyu peşinen
uyumuşken sabah olsa ne ki ya da gece dikiş tutturamadığım cihan denen sefil
düzenekte yoktur muhatabım ki bir ömürlük de acı istifledim en derinde kayıtsız
şartsız sevdiğim mi…
Muadili yoktur mizacımın benimse tek
ruh ikizim saklıdır yedi tepeli şehrin arazisinde.
Küçüktür alanı sevdalı şehrin ama bir
dünyayı saklı tutar içinde.
Benim gibi ve nazenin yüreğim nasıl
ki avuç içim kadar gel gör ki nemalandığım kâinattır ne zamanki düşsem yola
sevgi diye ezelden.
Bir mikado çöpüyüm belki de ve ucu
sağlıdır bakir sevgiler şehrinde.
Katledilmiş ömrün yüzü suyu hürmetine
yaşadığımda bir rivayet mutluluk ise önü alınamayan bir eziyet ne de de olsa
cesaretim yok benim severken dile getirmeye.
Hüznümün karekökü, Süleyman ve seni
bilmeden seni yazıyorum.
Karambole gelen hayal gücüm ki
gerçeklerle iç içe kurduğum hayaller ve ütopik bir dünyanın sefasını sürmek
üzere çıkmışken yola sözcükler ve kalemim çıkardı işte beni baştan.
Şairin yürek ikliminde saklıyım ben,
Süleyman: bazen Süreya bazen İlhan bazen adı bilinmeyen şairlerin dünyasına
kanat açtığım yalan değil/miş hani ezelden.
Bilemedim, Süleyman bilemezdim de…
Meğerse yaşadığım hayat şiirin göbeği
imiş.
Okul yollarında olsun düştüğüm
çukurlarda…
Nemalandığım onca insan kimi zaman
azap çektiren ve karşılık beklemeden sevdiğim nicesi belli ki basireti bağlandı
bunca insanın ve bir kere bile sevilmeyi dilemeden gördüm ki kendime nasıl da
geç kalmışım.
Öncem ve sonram.
Anda takılı bir resim ve de.
Recim edildiğim coğrafyalarda adımın
dahi anılmadığı tek gerçek.
Bir gitsem var ya…
Gittim de binlerce kere.
Gittim az gittim uz gittim dere tepe
düz gittim.
Ama döndüm illa ki.
Bir kendimden gidemedim Süleyman ve
arpacı kumrusu gibi beklediğimin ne olduğunu da bilemeden.
Gittin mi yoksa? Az bekle, Süleyman
daha söze yeni başladım bilirim ki sen de onlardansın hani yüreğinin tekeri
kırık hani vicdanı kavruk…
Ruhum sıkılgan, be Süleyman yüreğimse
hançer yarası ile kan içinde paramparça.
Sevmek böyle mi öğretilmişti hem
bize?
Solumda sevgi sağdıcımsa umut: ya,
şimdi ya, şimdi?
Hüznümle muhalifim ben insanlığa hem
dünyanın malından mülkünden çoktan da geçmişken.
Ah, bir kendimden geçtim ki
zamanında.
Kendimden gitmeyi yürekten dilemişken
ve uçurumun eşiğinden döndüğüm daha dün gibi…
Bildiğin gibi değil, be Süleyman: ne
yani varlığım anlamsızken onca insanın gözünde ve de paye verilmezken içimdeki
yetime…
Yok, be Süleyman kimsesiz değilim
elbet ama kimliğim de soldu kinaye yüklü söylencelerse daha ne kadar yakacak canımı?
Bir varım bir yok, dostum.
Ya, sen hala gitmedin mi?
Canın sağ olsun dostum, varsın sen de
terk eyle.
Karanlık mı yoksa korkun ya da gece
mi?
İyi de gece gözlerinde aşkın tattım
ben sözcükleri ve şiirler derledim sevdikçe…
Karanlık değil içim ama kara bulutlar
da tepemde.
İçimdeki aydınlığı asla hafife alma
hem ve vicdanım da tüy kadar hafiftir yoksa bunca iç rahatlığı ile gelir miydi
dile hissettiklerim?
Daha ne anlattım hem? Varsın sen de
git uzaklara.
Yangınım ben dostum varsa yoksa
içimdeki ateştir beni aşka getiren ve kibirli yalnızlığımla değil sevecen iç
sesimle sevdim ben insanları.
Geç kalmışlığım ne ki?
Sen de mi geç kaldın gideceğin yere
var git yoluna, Süleyman: sen ve kimse beni terk eden ıssızlığıma kurban ettim
ben sözcüklerimi ve yüreğimde saklıdır hayatın kırıkları elbet kırkladığım
acılarımdan çıktığım yolda varacağım neresi ise bilinmeze emanet ettim ben
sırlarımı…
Bilindik ne mi kaldı? Varsın bu da
bende saklı kalsın tıpkı saklandığıma nazire eden sözcükler gibi ve senin gibi,
Süleyman aslında herkes gibi olmadığımın da ispatıdır kaleme aldıklarımla
tutunduğum da doğrudur hayata ve tüm yanlışlarımı silip süpüren kalemin
dokusunda saklı o d/okunuş ile asılı kaldığım umudun salkımıyım işte azıcık
ekşi olsa da tadı hayatın yanmakla mükellefim ben…