Hangi düş idi misafirin, gece ve
hangi ara savurdun beni ve gerçek sandığım iken aşkın küllerinde yeniden
doğmayı değil doğdurmayı ilke edindim artık…
Bir renksen en asilinden siyah ama
koyu gözlerinde gecenin içimdeki hülyalı bakışlı kız çocuğu.
Matem duvarı ördüm bunca zaman ve
örtündüm sözcüklerle ve peçeme kaçan sözcüklerden inşa ettim bu aşkı.
Künyemde saklı ismim ve külüstür
yüreğim: motor yağı ise rüzgârın elbet umut ve sevgi ve pekişen bir rehavetle
bazen de çizmeyi aştım ne de olsa içine düştüğüm çukur ağzına kadar sözcük
doluydu.
Gözlerim de dolu dolu bu gece ve
yağacak rahmetin bekçisiyim ve içimdeki çengi tezahürat yapıyor: ya yazacağım
ya yazacağım; ya seveceğim ya küseceğim.
Kâinat orkestrası sevgili yazarın da
vurguladığı üzere:
Yer ayrı oynuyor gökse başka telden
çalıyor ve zıpkın gibi sözcüklerim en çok da fermuar çektiğim ağzımdan da oluk
gibi akıyor sözcükler hem bu sayede yaşımın selinde boğulmuyorum yasımın
şerrinde bile bir hayır, vardır deyip kimi insana da yeri geldi mi ‘’hayır’ ’diyorum.
Sistematik bir çalış düzeni.
İnce ayar yapıyorum ruhuma ve tiz bir
ses.
Bazense devre dışı kalıyor ruhum ve
işte kopuyorum hayattan o an.
Bir anı ise derlediğim ansızın
susuveriyor kalemim ve her sus payı söylemde başa alıyorum hayatı.
Bazen kaykıldığım bazen kıvrandığım
bazense kahrolduğum…
Hangi düş’ün yerlisiyim peki ben ve
de sen, sefil yabancı?
Hangi sarkaçtır ayaklarının dolandığı
ve devindiği?
Mavidendir tabutun göğün her
kisvesinde saklıdır maruzatı evrenin ve evreleri k/ayıptır aşkın bir o kadar
devreleri atıp da şehir sakinleri alkışlarken yaralı ve sevdalı şehrin
yalnızlığını…
Kubbesinde mevsimin ve aşk meleğinin.
Bir renkse hapşıran çok yaşasın gök
kuşağı.
Hüznüme de kefilim hem tıpkı şehrin
cenderesinde dolaşmaya çıkan bir bayram çocuğu gibi…
Ah, eteklerimin tutuştuğu bayram
sabahı ve bir sonrası ve…
Devir daim yapan yürek ve hatırı
sayılır zaman elbet hala azat edilmediğim küflü dünüm gürültülü günüm ve
gülücükler bahşetsin diye beklediğim yarınların pervazında gider de gelir
aklım…
Ad’ımda saklıyım ve atamadığım her
adımda.
Ah etmediğim kimse rücu ettiğim
melekler ve rükû eden yüreğim ve işte mehtaba yenik düştüm bu gece yıldız
vasfımla yanıp sönerken şehrin semasında tutuldum da aşk ne de olsa aydı
tutulan ve aymazlığında yalnızlığın haydan gelen sevginin de huya gittiği…
Huyum kurumasın da hani yoksa nasıl
eğlendirirdim içimdeki sefili ve nasıl dayanırdım ben ve yere göğe sığamadığım
her vakit uçuşa geçtiğim Allah katında saklı tek gerçek:
Hem bu gün hem de bir ömür ve yaşımın
da yasımın da insanı değilim ben sadece yaşamayı şiar edinmiş ve de laf olsun
diye yaşamadığım ömrün ganimeti iken sefil kalemimle yazdıklarım bir de
yazılmayı bekleyen içimdeki binlerce n/esir.
Rengimle de müptelayım gök kuşağına
ve her kesitte saklı soytarı bir rüzgârım.
Günümse uymaz günüme hem asla da
benzemedim kimselere ve en kızdığım yine kendim ve tek öykündüğüm de…
Farazi yolculuklar.
İzafi mutluluklar ve güleç yüzümün
ansızın asıldığı ve de asılı kaldığım kubbenin kırık tekerinde bir yatır
m/eziyetinde içimde yaptığım kutsal yolculuğun da tutanaklarıdır yazdıklarım…
Ah, bir de yazmadıklarım.
Tasniflediğim onca duygu ve anı ve
hayal dünyamla içselleşen gerçekler bazen benim bile ayırdına varamadığım kimi
zaman ayrık otu addedildiğim nihayetinde kendimden ayrı düştüğüm ki görünürde
iç içe yaşadığım içimdeki seyyah yürek ve bıçkın ruhum ve içime esen rüzgârın
da tutuklusu bir masal kahramanı gibi ağzımı açıp da baktığım gök hani düşen üç
elmanın başımı yardığı ve tam da ısıracakken elmaların ayaklanıp benden fersah
fersah kaçtığı.
Benim belki de kaçan ve kaçışanların
peşinden seğirtip da bir deliğe saklanan ve o deliği de kalemimle gagalayıp
kalem-kakan vasfımla kendime inşa ettiğim kocaman bir kovuk akabinde yarattığım
cennet ve dünyadan uzak bir yaşam sürerken dünyevi mizacımla da hala bir ferdi
iken kâinatın.
İklimin seyrüseferinde büyüyen göz
bebeklerim.
Titreyen sesim ve elim ve tinimde
saklı iken kâh coşku kâh durağanlık.
Esvabımsa ne yırtık ne pasaklı.
Endamımsa bana özgü ve erdemli bir
insan olmanın da tek yolu iken içi dışı bir olmanın kimi zaman külfet
addedildiği ve başımın da dertten kurtulmadığı ve işte kendime duyduğum saygı
ve de inancın merkezi:
Allah rızası için yaşadığım ve
boyumdan büyük sevdiğim insanlar ve tabiatımdaki doğal afetlerden sonra içime
göçtüğüm belki bir enkaz ama altından kalkıp yeniden yükseldiğim ve yonttuğum
kalemim ve yüreğim.
Sözcüklerimse hayatın albenisi.
Asla da alı al moru mor değil hem
yazmam ve yazgım ve en pembesinden bir düş ve dünya ve yüreğimdeki sakarlıkla
sevmeyi başarmışken ansızın korkup gerisin geri kaçtığım.
Hüznüme rakip iken sözcüklerim.
Şiarım iken umut ve sevgi…
Ve inancın katıksız rahmeti ile
dönendiğim kendi etrafımda lakin bir ömür sevgiyi tavaf ede ede kendime
yaklaştığım ve yavaş yavaş kendimle barıştığım…
Bir üzünç ise bir kefede saklı ve de rüzgâr
kefeleri sallayan bazen dengemi yitirdiğim ve coşkumla sadık iken yaşama
sevincime ve rest çektiğim her ne/kim ise randıman aldığım bir ömür en çok da
kendimi çimdikleyip yazdıklarım gerçek mi hayal mi ben bile ayırdına
varamazken…