Çürük dişleri yaşlı mevsimin, göğe
her çalım attığında üzerime düşecekmişçesine gözlerimi her diktiğimde yaslı
buluta ve o tek katrede saklı adeta varlığım.
Dokusu mudur ne hüznün belki de
dokunuşu henüz verilmemiş hükmün ve soytarı bir soğuk algınlığı ne de olsa
üzerime alındığım her soğukta titrerken içim ve yürek kafesimde saklı buhardan
düşler ve ölü kuşlar ve işte sefil mevsimin şehre her âşık olduğunda yola
düştüğüm sonra da yoldan çıktığım ve başa dönüp hayatın ilk dişini çıkardığında
dik başlı varlığımla aşka çaputlar dizdiğim.
Gün yorgun, efendiler.
Güleç yüzlü şiirlerden çekin elinizi.
Gümbürtüye giden ömrün şu son
çeyreğinde varsın yeniden çizeyim başlangıç çizgisini ve efemine düşleri
bırakıp da boşluğa içine düştüğüm aşka da hoşluklar yüklesin Tanrı.
Mağlup geldiğim kareler ve içinde
yüzdüğüm deryalar.
Kanaviçe desenleri gün bitiminde
geceye düşüp de yolum geceden kalma acılarla şiirler dizeceğim tek tek ipe ve
kurutacağım gözyaşlarımı her gözünü diktiğinde yabancılar nidalarımı da
susturacağım yazacağım şiirlerle ve yazamadığım yazgımın efkârıyla başa
alacağım filmi.
Bir dua eşlik ederken.
Bir de diretti mi iblis dilimde illa
ki Besmele.
Beslemelerin mizacı gibi anne
kokusuna özlemi öksüz sevinçlerin ve sırlarla örülü şehrin kalelerine çektiğim
bayrak elbet hüznün karesinde hesaplayamadığım bir gidişat denklemlerin ısrarı
ile kalemin direttiği rakamlardan ayrı kalmadığım yetmezmiş gibi harflere bağdaş
kurup da ömrün alfabesini tetikleyen sayısız düşünce.
K/ayıp zamanların taarruzunda
teyakkuzda kalbim.
Aşkın meşalesi eşlik ederken geceye.
Hatırı sayılır acıları şiirlere pay
ettikçe.
Ve soytarı yalnızlığımın sevdalı
mevsimin tutuşan eteklerinden firar eden gülücükler ve ısrarla raks ettiğim
boşluğun tefrikası içimde darmaduman ve aşkın tek reçetesi elbet şiirler
yazdıkça özlemi gideren.
Mıknatıs gibi çektiğim.
Bazense üç maymunu oynadığım.
Dama taşında saklı sırlar.
Mars yaptığım bir turnuva ve her tavla
maçı ertesi tavladığım zarlar belki de zar tutan zamanda saklı sırlar.
Bir tebessüm ekip de hayaller
biçtiğim.
Bir şiir içip geceden kalan
sözcüklerle sabahı telaşla diktiğim…
Dikizlendiğim aşikâr ve yüreğin
sigortaları çoktan atmışken.
Nefes nefese sevdiğim bir filmin
ertesinde seyrettiğimin etkisinde kalıp da fark ettiğim elbet hayatın seyirci
koltuğunda filmin yönetmeni de başrol oyuncusu da ben iken mizacımdan tüten
duman gibi…
Ruhum gibi şekilden şekle giren.
Asla ihmal etmediğim dualarımla
kendimden kaçtığım sona koştuğum bazen donup kaldığım bir düş iskelesinde
gerçekleri hayallerle harmanladığım.
Her acının ertesi sönen umudum.
Her umudun öncesi içimde yanan ateşin
feri eşlik ederken dünyaya dair sırlardan nasiplenmediğim sadece uhrevi bir
dalgayla kat ettiğim kilometrelerce ışık hızında yolun vardığım son dönemeç.
Bir ırgat gibi kendime mahkûm.
Bir ihanet gibi kendime mal ettiğim
her hatanın akıbeti iken yanlışların doğruları götürdüğü.
Bir yanıp bir sönen.
Bir de anıp da geri dönmeyenler…
Hüznümle muhalif olduğum dünyevi
ihtiyaçlardan yaka silkip sadece ılıman bir esintide yükselmek istediğim yerden
nihayetinde dokunduğum gök kubbe…
Israrla yaşarken.
İman gücümle katık ederken hüznü.
Huzur öncesi vakıf olduğum her
duygudan soyutlanıp sadece O’na teslim olduğum…
Bir ondalık sayı iken yuvarlandığım.
Bir de dibi bulup evrenden
soyutlandığım…
Yine de yaşamak hiç mi hiç böylesi
çekici olmamışken…
Uyku mahmurluğu ile bir şiirde bulup
da kendimi en tepeye ulaşmanın verdiği haz ile azımsansam da bir ömür yetinme
duygusu ile ihraç edildiğim dünyanın tek müdavimi iken bedenim ve tüm
benliğimle ait olduğum bilinmezin sırlarına dokunma arzusu ile yazmanın hilali
iken göz pınarlarımdan çağlayan sözcükler…