Çürük bir düş’ ün karıncalanmasıydı
hayat bazense karalamakla iştigal.
Huzur teknem.
Ömür denen tekkem.
Tekim koşulsuz ve çoğalıyorum
estikçe.
Düşlere mahal verendir her düştüğünde
insan aslında bilmeden kendine attığı çelmenin çok sonradan farkına varır.
Bir düş isek.
Ah bir de düştük mü…
Bazense aşka düşüp düşkünse de insan
sevmelere.
Hazanım ezelden hazırım da olacaklara
ki hazırlıksız ne rüzgârlara ne depremlere yakalandım ben tam da hazır etmişken
huzurumu.
Sürmenaj oldu sonra beynim bir
ömürlük düşünceyi bir güne sığdırmaya kalktığımda.
Debdebeli ahkâmlar kesmiyorum ve asla
deşifre etmiyorum iblisi ve zalimi ve işte evren muhtırasını veriyor bense
kovulduğum doksan dokuz köyün hepsine birden muhtar seçiliyorum…
Ah, nefesim tıkanan.
Ah, nefesim derinden içime çektiğim.
Ah, sefil nefsim ta çocukken terbiye
ettiğim bedenim hem de uzun yıllar süren açlıkla.
Hani dokunmayacaktım ben bu dünde
kalan yarama bir de yama yapmışken boş mideme.
Boşa düştüm hem bir ara.
Boşboğaz değilim ben sadece içimde
eksilmeyen birilerine güvenme duygusuyla boşaltıyorum yüreğimdeki kareleri
belki de hayatın kare kodudur cümleler bense beynamaz gölgelere verip
veriştirirken bir de ne göreyim?
Gıybet de zulüm de almış başını
gidiyor.
Bir bakıyorum ki; kalem de almış
başını gidiyor.
Rengim beyaz gökte bazen kara
bulutlar ama biliyorum ki az sonra rahmet yağacak ve de güller açacak yüzümde.
Gül benzimde.
Gün neslimde.
Gül yüzümde…
Üzüldükçe somurttuğum sonra
acımasızca kendime yüklendiğim.
Acımam da hani kendime ama canımı
daha bir acıtır insanlardan aldığım darbe bazense yüzüme tokat gibi çarpan.
Hayatımda yüzüme sadece bir kere
tokat yedim babamdan ki onun yakalandığı ölümcül hastalıkta ve de sona giderken
babam…
Hala yanar yüzüm.
Hala yanar içim.
Bir de çocukken bir yerden duyduğum
bir küfrü bir kere almıştım da ağzıma annemin bacağıma vurduğu tokat gerisi hikâye
yine de anlatayım ben sizlere.
Ufkum hep aydınlık kılındı ben
çocukken çünkü sevgiyle açan bir çiçektim ve eğitimime olsun yetişmeme olsun
inanılmaz emek verdi ailem elbet herkes gibi ya da bir fazlası çünkü Hitler
versiyonu sevgili babam sayesinde anlamıştım asker torunu olarak asker gibi
yetiştirilmemdeki o nüansı ve o yitip gittikten sonra bile başımı eğmedim ve
alsa laf getirmedim ne kendime ne adıma ne aileme.
Sonra bir şeyler oldu.
Bir yerlere saklanmış iblis ve
müritleri bir baktım ki arkamdan atıp tutuyorlar.
Hepsi ölü elbet zaten yatacakları yer
de yok bunca zulmü bunca gıybeti mademki hak gördüler kendilerinde.
Korktuğum tek mecra yok yüce İlahi
Makamın haricinde bu yüzden lafımı esirgemiyorum hele ki geçen şu üç beş
senenin bende bıraktığı acı denen tortu.
İkbalim.
İstikrarım.
Ben bir kurşun askerim.
Belki bir kurşun gibi de sekerim
elbet hedef aldığım sadece kendim.
Menzilde yaşarım.
Siperimde uyurum.
Ve ben aralıksız bir ömür nöbet
tutarım keza şimdi de.
Renklerim var benim ve coşkum ve
çocuk yüreğim.
Salkım saçak yüreğin püskülleri ama süklüm
püklüm değilim üstelik benzediğim ya da öykündüğüm bir Allah’ın kulu yok sadece
önüme bakıp kendime ve elimdeki işe odaklanmışken başka hiçbir şey düşünmem
çünkü aşmam gereken kendim haricinde bir kereliğine bile içimde kıskançlık
duygusunu barındırmadım.
Güzel olan her insanı ve güzel
yapılan her işi de takdir etmişken bir ömür talim etiğim elbet içinde yaşadığım
kışlam: dedim ya ben kurşun askerim.
Kurşun gibi ağırdır da taşıdıklarım
ama sevgiyle hafifler yüküm bazense kör bir kurşun gelir saplanır yüreğime: ne
de olsa severek ihya ederim ben yüreğimi ve her nasılsa sevilesi kim varsa
sevgim ağır gelir bu sefer onlara ve ben uzaklara çok uzaklara kaçarım.
Bir ömür uzağında çoğu şeyin.
Bir ömür iç içe insanlarla.
Sonra yeniden hayata küsüp kendi
içime kaçtığım.
Ve ansızın doğan güneş gecenin bir
vaktinde aydınlığın teşrif ettiği ve ben yine coşkuyla ve aşkla koşarken
insanlara…
Rencide edildiğim yeniden ve işte
kurşun gibi ağırlaşan yeni bir yük daha yüklendiğim.
Yüksünmez ki insan severken.
Ya, yok sayıldı mı?
Ya, bir de rencide edildi mi?
Şafağa yakın bir v/akit.
Yüreğimin sarsıldığı devasa bir
deprem ve günlerdir artçı depremlerle sarsılıyor hem yüreğim hem kalemim ve mizacımdaki
kırgınlık üstelik insan bir de fark etmeden o kırık fay hattında yaşamışken.
Kıramam ben kimseyi.
Kırgın olsam bile kızamam.
Diyelim ki kızdım ansızın saman alevi
gibi sönerim ve kendime yüklenirim yeniden.
Ben bir kurşun askerim her ana yağan
yağmura kapılıp sürüklenebilirim ama Rabbim beni bulur ve geri koyar ait
olduğum bedene ve yerine.
Kabir azabı ile de tanışıklığım var
hem benim: öylesine gölgeler var ki çevremde hani duvarın kulağı vardır,
dediklerinden.
Ayak sesim ve nefesim ve mutluluğum
en çok da hüznümle dalga geçer insanlar.
Yüksek sesle ağlamak ne kelime hele
ki gülmek ağız dolusu.
Ben küçükken bir kere sokağın
ortasında öyle gülmüştüm ki ama sadece bir kere üstelik yaşım on var yok ve
annemin o sert ikazı ile yıkıldım desem yeridir:
Sokakta gülmek mi?
Haşa.
Gülerken içime atıyorum
kahkahalarımı.
Ağlarken de içime akıtıyorum
yaşlarımı.
Severken de için için seviyorum ve de
sessizce artık.
Adeta artık yıl gibiyim:
Sadece ayın yirmi dokuzunu bekliyorum
bir de Şubatı hani olur da cüce şubatta dört senede bir şöyle ağız dolusu
güleyim.
Ve işte bu yüzden yazıyorum:
Gülmek ve ağlamak ve sevmek bile
yasakken benim hayatımda…
Bense emir eri iken yüreğim.
Askeri kışlamda yaşayan bir kurşun
askerim ben ve kurşun kadar da ağır yüküm ve işte yaza yaza hafifliyorum ve tüm
duygularımla restleşip rastlaşıp kendimle yüzleşip bir de insanlardan yana
ümidimi kesmediğim için içimde saklı sonsuz sevgi ve umudu sizlere,
okuyucularıma sunuyorum çünkü beni anladığınızı biliyorum.
Ben bir kurşun askerim ve sekerim de
bir cepheden diğerine.