Hayallerime kramp girdi ve ocağımda
tüten sözcüklere yüz vermiyordum bir ömür ve sessizlikle kilitlenmiş ve
kenetlenmiş varlığıma karlar yağıyordu yaktığım ağıtlarınsa haddi hesabı yoktu.
Bir gülümseme ısmarlamıştım evrene ve
kapıma teslim edildi kargo içini açmak değildi içimden gelen belki de tüm
duygularımı ve gelen paketi çöpe atmalıydım ne de olsa ruhum, terk
edilmişliklerin dünyası bir çöp evdi.
Suskular giyindim.
Tahliye edilmiş mutluluğunsa g/izini
kaybetmiştim ve önümde uzanan bir yol vardı baş koymamı bekleyen.
Ekmek arası bir hüzündü benimki Ekim
düşlerinde saklı huzur belki de en çok arzuladığım ve gerisin geri kaçtım
aynaya bakıp da seni gördüğümde.
Her yerdeydin.
Her yerdeydim.
Her yeminle bir kez daha
çarpılıyordum ve uğruna gözyaşı döktüğüm insanlar silsilesi.
Bazen nemruttum.
Bazen tutuk ve noksan
Nüktedan olmaya ihtiyacım vardı
yeniden ama ne nutuk atabiliyordum ne de tutulan nutkuma söz geçiriyordum.
Pandispanya kıvamında bir hayat ve
içinde saklı yağın her yere bulaştığı belli ki kıvamını tutturmamıştım ve nice
gel-git yaşıyordum içimde.
Rüzgârın kısık sesinde hapsolmuştum.
Renklerin coşkusunu kaybetmiştim.
Kaybolduğumu ise haber vermemiştim
belki de içime kaçan huzursuzluktu beni benden eden yine de huzur duymayı bir
şekilde başarıyordum.
Kotardığım tek şey buydu belki de ama
çabucak da sonlanan bir yaşam gayesi ve isli İstanbul sokaklarında defalarca
kaybolup da ansızın kendime kavuşmanın hayalini kuruyordum.
Suspus değildim.
Sus payı bir söylem hiç değil.
Suskunluğumu bozduğumdu her kalemi
elime aldığımda kâh rüzgâr olup uçuyordum İstanbul semalarında kâh kar olup
yağıyordum yaşlı ve yaslı yüreklere.
Birbirine değmeden zarar vermeden
yere yolculuk eden kar taneleri ve içimdeki çarklar:
Ne öğütüyordum ne de öğütülüyordum
aslında her şey ve de herkes bir aldatmacaydı.
Rüzgârın koşutu idi uçuştuğum.
Hüznün de hür varlığı yoksa
kelimeleri nasıl hizaya geçirirdim ve bir ömür tek tüfek mücadele verdiğim
belliydi ki kendimi ihbar ediyordum ve gözlerimden akan yaşın sınırsız coşkusu
ile lebiderya vücudumda yaşlar sayesinde yer gök denizdi yer gök çığlık
atıyordu bense yerimde sayıyordum…
Kuytularda geçen ömrün tevazu yüklü
eklem yerlerine şiirler adadığım ve alazlanan gülüşüm oysaki pejmürde bir
gülüştü sunumu aşkın varla yok arası göğün de tetiklediği gözyaşlarım…
İstikrarla sevip de acı çektiğim.
Çilenin ucunda bir düğümse özlem
içine saklandığım mahzen ve göreceli bir esaret benimki aşkın asla dikiş
tutmadığı yamalı yüreğim.
Nazenindir ruhum.
Beyzade gülüşler…
Berivan ise içimde seken o kör kurşun
o kör şarkı bazen dudaklarıma konan hayaller gibi her öptüğümde yalnızlığımın
daha da büyüyen coşkusu ve tek kişilik mezarımda sunumu ölümün bazen
direksiyonu kırdığım ah, o ömür törpüsü…
Nemalandığım mevsim.
İçime kaçan hüzün kelebeği.
Huzurundayım Rabbin ve hüzünlü
mizacım soluduğum kadar aşkı solduğum ve solungaçları rüzgârın bilfiil içine
saklandığım.
Düşlerine emanetim yalnızlığın ve hiç
düşmediğim kadar aşka bir coşkudur yalnızlığıma ışık tutan…
Namahrem olsa gerek bu hiçlik ve
kuytularda saf tutan izbenin ruhu.
Kaçıp da kovalandığım bir düş’ ün
pençesinde yaşama ihtimalim.
Gözlerim bir küre: kürediğim
yeryüzünün aykırı bildiği varlığım bazense tohuma kaçan hayaller güttüğüm bazen
arka sıralarda g/izini sürdüğüm sessizlik ve o İlahi D/okunuş ile sırdaşım
Rabbin koruyup da esirgediği benliğim bazen tasma takmışçasına rüyalarıma bazen
tırmandıkça izafi dağlara.
Bir medrese içimde saklı.
Nahoş bir söylem peşim sıra.
Sancılı mevsim ne ki sanrılı bir
ömrün nezdinde?
İçimde ekinler dışımda Ekim rüzgârı
ve sunumu yeryüzünün tek şık:
Hurafeler uçuşan ve ucube gölgeler
geviş getiren ve adımlıyorum hayatı bazen resmini çekiyorum ruhumun ve hiç
olmadığım kadar isyankâr sonra da af diliyorum Yaratandan.
Nemrut sözcükler.
Nemrut Dağı en izafi rakımda saklı bir
tepe ve erişemediğim bazense sırnaşan binlerce bulut ve içimde saklı varılası
mümkün olmayan ufuk.
Bir renksem ayrı düştüğüm gök
kuşağından.
Bir rakımsam varılmasının mümkün
olmadığı…
Ve işte tepiniyor iç sesim bazense
ezik addedilen sevdalı yüreğim oysaki bezirgân başıyım ben yalnızlığın.
Her acından nemalandığım dik açılı
bir üçgenim ben b/ölündüğüm defalarca yalnızca sesimin duyulmadığı belki de en
sırnaşık gözyaşıyım sunumunda v/edaların…
Valizimde üç beş şiir.
Şiirlerimde saklı üç beş ben.
Benlik değil söylemler beylik hiç
değil ve içimi tırmalayan Mart kedisi oysaki aylardan Ocak ve soğuğun nazına
talim ettiğim uçuşan kar tanelerinde hazır ola durduğum melun bir gecenin de
istirhamı iken içimden taşan coşkunun şafak öncesi isyanı.
Malulen emekli şiirler.
Bir çocuk gibi de coşkulu ve talepkâr
yüreğim ve derinlerde gömülü mizacım şavkın uzamında yerle yeksan olmuş
hayallerim ve işte uzadıkça uzuyor boyum sevmenin nazarında iç bükey bir ayna
gibi kendimi kaybettiğim sırlarında görüntümün dik başlı bir şiire meyyal
gecenin firarı.
Hadisler.
Dualar ve sureler sureti kayıp bir
gölgeden uzaklara kaçtığım.
Serinkanlı değilim: soğuk hiç değil
ve içimin ısısında eriyen sarkıtlar dikitler bense pejmürde bir gülücük
bahşetsin diye evren kilitli yüreğimi açtığım ahvalim ve sevdalı mealim aşkın
tekdüze varlığı değil üstelik beni cezbeden yalnızlığın serkeş tınısında saklı
rüzgârım ben içime esen renklerin de fısıltısına tutsak.
Hüzün bohçam.
Kaykıldığım eksen ve yürek nasıl da
noksan…
Mağlup bir gülüştür içime kaçan.
Mağdur bir iklimdir sırtını
sıvazladığım.
Ve gök kuşağına sarılı hayallerim
aşkın da çıkıntısında saklı bir sözcük gibi ruhum aralıksız özlem ile çınlayan.