Aklımın kıvrımlarında can çekişen
kelimeler var üstelik yoksunluğumu borçlu olduğum bir yadsımazlıkla serili iken
her biri iklimlerin seyrinde sektiğim duygulardan bir diğerine sürüklendim
üstelik balta vurulmamış aklımın siperinde saklı olan o görünmez ve meçhul
yanımla sivri dilli zebaniden bana püskürtülen öfkeye aldırmazlık ederken.
Hangi düşün misafirliğe geldiğini
sorgulamam mı gerekiyordu yoksa üstelik basmakalıp yaşamayı asla önemsemişken…
İklimler değişiyor işte ve fısıldayan
Yaratan aslında tasvip etmediklerinden ötürü başımıza yağdırıyor kıyamet öncesi
kıvılcımları adeta aklım gibi ya da ateş saçan gözlerim bense mevsimin teninde
güneşlenen bir hayal gibi sekiyorum bir yürekten diğerine.
Sözcüklerim isli.
Yaşlarım tuzlu.
Yasımsa nasıl da izafi…
Durakladığım kadar mı durağan geçti
yoksa koca ömrüm ve kum döken bir faniyim ben o kumlardan bir kum saati inşa
edip de saatlere olan kızgınlığımı bir avazda dile getireceğim…
Yalnızlığı bir kader bellemişken
üstelik gelin görün ki yalnızlığın bir seçim olduğunu vurgulayan haddinden
fazla insan var tıpkı haddini aşıp kırılgan yüreğimde ek tahribatlar yaratan.
Bir sıkımlık canı var işte gövdemin.
Başımsa yerinden çıkacakmışçasına
ağrıyor ve ben sözcüklerden yana dertliyim adeta bir saksıda unutulmuş toprak gibi.
Göz çukurlarımda büyütüyorum
hayallerimi ve insanlar adına saçmalık diyorlar bu içine sıkıştığım dilemmanın.
Tutuşan hücrelerim.
Bir hücreye tıkılmış milyarlarca
hücrem belki de içinde saklı yeninden nice hücre.
Bu bir kaos adeta.
Yetemediğim kadar da yatağıma dahi
düzgün uğramadığım ve ben günlerdir hatta aylardır teslim olduğum uykusuzluğa
restimi çekip de nasıl yüklenmişim meğer Tanrıya.
Tanısı yok sandığım ve tınısının asla
duyulmadığı.
Tavrımsa beylik.
Tevazu yüklü yüreğimse pejmürde.
Asılı kaldığım kadar gökteki o meçhul
kancaya asamıyorum işte ruhumu bedenimden soyutlanamadığım ve yüz göz olduğum
ölüm/intihar duygusu.
Hassas sayaç artık kayıtsız.
Bazense nabzını alamıyorum
duygularımın.
Göğün temennisi iken yağmur
bulutlarının patlaması bense zaman ayarlı bir bomba düzeneği gibi irkilir
irkilmez duygular vasıtasıyla tası tarağı toplayıp yok olmak istiyorum.
Bir bir b/ölündüğüm ve ç/ağladığım.
Karamel tadında ve renginde adeta
yüreğim bazense gözlerimi yaşartan rüzgâr gibi toz gibi elime aldığım soğan
gibi.
Oysaki yemek yapmayı bilmem üstelik
ömrümü açlıkla idame ettirmişken ve de nefsimi onlu yaşlarımda öldürüp uzay
boşluğuna göndermişken…
Durum böyle madem…
İyi de olup biten nedir içimde
kuduran bir dalga mı yoksa dalgalandığım kadar daraldığım ve dertlendiğim?
Tasasız geçen gün mü var?
Tevazu yüklenmiş olmanın bir adım
sonrası mı yoksa yok sayılmanın da ta kendisi iken insanların tepkisizliği?
Nefret doğuran bakışlar mı yoksa
nefret dolu birer öğe mi her bakan?
Yandaşı olduğum hangi duygu kaldıysa
geride.
Benden geride kalan ne peki?
Sadece bir kum saati sona ve ölüme
ayarlı ve henüz kumlar dökülmeye başlamadı ve işte ters yüz ediyorum kum
saatini ve tüm duygularımı çıkarıp ruhumdan çıplak kalıyorum ve korumasız belki
de kontrol manyağı olduğum için elime geçirmek istiyorum dizginleri oysaki ben
sadece bir kuklayım dünyanın kulaklarını çınlattığım…
Ve işte bir bir dökülüyor kum
zerreleri.
Artık vücudumu hissetmiyorum yavaş
yavaş ağrılarım ve sızılarım da yok olmakta.
Gözlerimi kaçırmalı mıyım yoksa
aynadan yoksa ayna da mı kırgın bana ve de kırık içimdeki kırık sayaç ve
yüreğim gibi.
Ve geri sayım başladı bile.
Azığa aldığım gemiler mi yoksa
yaktığım mı?
Sönen feri gövdemin ve ruhum daha bir
dingin sanki.
Çöküntü değil de çökertme adeta içimde
oynayan ve dizlerini yere vuran o adam belki de bir kadın ona eşlik eden ve
gamlı notalar nasır tutmuş yürekleri sızlatmazken bile içimde hala sızlayan bir
şeyler var belki de yüreğimden sızan bir irin gibi…
Kapıp da koyuverdiğimin ertesi
olanlar oluyor işte.
Uykum da uyumsuzluğum da
dalgalanmışken havanın boşluğunda ve işte hayatın üç hali: bazen su gibi bazen
hava gibi bazense katı çok katı bir yürek gibi kaskatı.
Katıldığım kahkahalarsa çok geride
kaldı ve içine katılamadığım asla ait olmadığım insanlar ve gruplar ve ben
inanılmaz gururluyum asla da kimseden bir talebim olmadı sadece ve sadece
anlaşılmak dışında ve hep de yanlış anlaşılmalara mahal verdim nihayetinden
kendimle uzlaşmama da izin vermemişken dünya ahalisi…
Damlalardan bir gölse oluşan akan kum
tanelerinden neden yeni bir ben doğmadı ki?
Demek ki şair yalan söylemiş ve ben
hep de yeniden doğduğuma inanmışken annem beni her öptüğünde ve işte alnıma
koyduğu son busenin ardından olacaklar oldu da.
Bu denli kararlı olduğumu bilmezdim
oysa…
Evrenin de bu denli katı kurallarını
olduğunu bilmezken…
Tüm gücümü toparlıyorum ve son defa
aynaya bakacağım iyi de ayna da tuz buz olmuşken nedir bu içimden yansıyan? Ya,
başımdan aşağı dökülen nedir?
Ölmek için acele etmem gerekir miydi
sahi?
Ölümsüzlüğe şerh düşmüştüm oysaki
büyüyen sevgimle ve işte tezat duygulardan firar ettim edeli bilemedim de
insanların ve dünyanın tek fedaisi olduğumu…
Rabbim…
Yeni bir şans daha hak etmiyor muyum
sahi?
Hala içinde saklı kumlar var kum
saatinin ve ben saati ve ölümü kaça kurduğumu hatırlamıyorum bile ve…
Çok geç kaldım işte üstelik tek geç
kalan ben değilim demek ki toplu halde firar edeceğiz kırılmış umutlar
gezegeninden.
Ve işte kum saati tamamen boşaldı ve
ben hala olduğum yerdeyim sadece çevremde farklı bir havayı soluyorum.
Ne aydınlık ne de karanlık.
Ne yerdeyim ne gökte.
Ölüm bu kadar basit ve afaki mi sahi?
Parsellenmiş ruhlar ve bedenler
coğrafyasından arda kalan bu mu sahi?
O halde baştan başlıyorum ve yeniden
çeviriyorum kum saatini tüm çekincemle ve kalan cesaretimle baştan başlıyorum
herkese ve evet, bir zaman kaybı olduğunu bilsem de değmez mi sahiden yeniden
denemeye?