‘’Sana
mektup yazacağım. Çünkü artık başka bir şey yazamıyorum. Bu konuda pek de
dertli değilim doğrusunu istersen. Sen bana belki bugüne kadar yazdığımdan
başka türlü bir yazı yazmayı öğretirsin. Kendimi bir sonbahar ağacı gibi
hissediyorum. Mutlu bir sonbahar ağacıyım ben. Yere düşen yapraklarımı eğilip
topluyorum. Saçıma tutuyorum. Bakın yakışmış mı diye soruyorum. Sonra
yaprakları havaya savuruyorum. Ben iki kişilik bir kabilenin me isimli
kölesiyim. Çünkü sen acıktığında me diye ağlıyorsun ve bu ismimi seviyorum
reis!’’(Alıntı)
Rutin
bildiğim hayatın kıblesinde doğmuşum ezelden içtiğim şarkılardır kulağımın
pasını gideren bazense tutuklu olduğum aşkın kahramanı iken yüreğimde saklı o
kırmızı saçlı kız çocuğu.
Yüreğimde
kodaman gülüşler.
Yanağımda
belli belirsiz bir gamze içine saklandığım ve sandığımda yüzlerce kitap, çeyiz
diye derlediğimse binlerce on binlerce duygu ve cümle bir ömür beni esir alan
belli ki hayatın nesri imişim ben bazen neşeli bazen durağan ve yerinde
duramayan.
Bazen
bir öfke derlediğim.
Bazense
bir ukde dinginliğin kıyısına bir türlü vuramadığım ama başımı duvarlara
vurduğum ne de olsa kolaylıkla ziyan ettim ben hayatımı lakin bir hiç uğruna
değil bilakis bir tabur dolusu hiçler uğruna.
Şafak
öncesi nöbet değişimim.
Az
sonra uykuya dalacağım ve sabahın körüne geride kalan cümlelerim eşlik edecek.
Sıradan
bir kız değilim ben: bir kadın asla değil yine de hemcinslerimi bir şekilde
anlıyorum her ne kadar onlardan uzak olsam da ve sevdiğim tüm kadınlar ve kız çocukları
beni illa ki terk etmiş olsa da…
Aşkın
ne olduğunu sadece dört yaşımda keşfettim: düşünün: yalnız büyüyen bir kız
çocuğu ve tek arkadaşım yaşlı babaannem elbet arkadaş ihtiyacımı giderdiğim ve
evrenin şifresini ta o günden merak ettiğim: bacak kadar boyuyla aşka aklı eren
ve ilk âşık olduğumdu o sıra dışı hayali arkadaşlarım.
Aşkın
ne olduğu değil ne olmadığı belki de uzağında durduğum günbegün içimde çağlayan
bir şelale.
Sevginin
hükmettiği bense hükmedilen bir vecize ve haiz olduğum o tek zerremle kâinattaki
yolculuğuma çok küçükken başlamış olduğum ve yazdığım şu son on sene zarfında
neler neler ihtiva etti bulgularım ve benim yazdıklarım sadece şiirlerden ve
okuduklarınızdan ibaret değil: zihnimin arka bölmesinde öylesine kutsal bir
kütüphane bahşetti ki Rabbim bana bir de yazmaya başlamazdan evvel iç sesimi
bir ömür bastırdığım…
Baskın
çıkansa kalemim ve sevgiyi sevmemden kaynaklanmakta ve erişebildiğim her kalbe
d/okunmak istiyorum ve evet, beni bana sunan ve beni bana sevdiren yine kalemim
sayesinde adımladığım o uzun ve bitimsiz yol…
Gezmeyi
tozmayı asla çok seven biri olmadım ve ben evcimen bir kuşum gelin görün ki;
hayallerim ve boyutsuzluğum beni öyle bir noktaya getirdi ki: aralıksız
arşınlıyorum dünyayı yetmedi kâinatı bir insan yüreğinde sırça köşk bir kuşun
gözünde İlahi Ateşe denk geliyorum ve tek emin olduğum sadece Rabbimin mevcudiyeti
ve duyduğum gördüğüm hiç kimse hiçbir şey için asla emin değilken Rabbimle
kurduğum iletişim sayesinde kendimle ilgili o kadar çok şeyi aşabildim ki bir
başıma ve bunu özellikle yazmaya başladıktan sonra becerebildim.
Ülkeler
ve coğrafyalar hatmettiğim ve insanlardan hatta tüm canlılardan bana yansıyan
ve sonsuzlukla eşleştiğim ve kalemim sayesinde sonsuzluğun ritmi nasıl nasıl da
çınlatıyor kulaklarımı ve kısa bir süre evveline kadar farkında dahi olmadığım
kalp gözü: karşımdaki bir şey söylerken ben onun yüreğini okuyorum hatta ses
etmese bile niyetine vakıf oluyorum buna öncesinde akıl sır erdiremedim ama
başıma gelenler ve ansızın vuku bulan mucizelerin neticesinden neyin ne
olduğuna artık iyice eminim ve ben tüm hiçliğimle ve iç sesim neyi buyuruyorsa
yaşıyor ve seviyor ve yazıyorum…
Görmeden
ve dokunmadan o kadar çok insanı sevdim ki ben üstelik cinsiyet ayrımı
yapmadan.
Melun
gölgelerden ise alabildiğine uzak durdum ama onlar hep peşimdeydi.
Çocukluğumu
ve ilk gençlik yıllarımı okulda ve evde geçirdim sonrasında hayata atıldım
sözüm ona.
Sıra
dışıydı benliğim ve belleğim.
En
çok sevdiğimse farkında olmadığım ve alt belleğim aralıksız depolarken bilgiyi
ve tüm hayal kırıklıklarımı.
Kırağı
mı çaldı?
Kalbim
mi kırıldı?
Sadece
duygularım değildi beni esir alan nadasa aldığım yüreğimse bu durağan haliyle kâinatı
keşfetti ve O zaten hep yakındı bana ve en sevdiğim gece oldu mu kitaplarımı
çantama yerleştirip yatağıma atladığım ve işte Allah ile ilk tanışıklığım.
Çocuk
kaldım bir şekilde.
Bazense
ruhum bin yaşında.
Bense
asılı kaldığım kubbede sallanmayı da çok sevdim ruhumun salıncağında esen O
İlahi Rüzgâr…
Saçlarımda
hala saklıdır tek tük olsa da kırmızı dalgalar.
En
çok da mahcubiyetten pembeleşen yanaklarım…
Israrla seviyorum.
Israrla yazıyorum.
Israrla ağlıyorum.
Israrla da Rabbime
koşuyorum ve O benim elimi asla bırakmıyor.
Köküme sadığım.
Rabbime de.
Rengimle rakımımsa
İlahi Sancağın mevcudiyeti…