‘Senin için yazmamış olduğum bütün aşkları, yeniden, baştan, yazmayı istedim. Sana, hepsi senin olacaktı. Suçunu kimseye yükleyemem bir aşk sabahı yoluna çıkışımı. Gözyaşları ardına süzülen dünyaların kırık titrekliği ile eriyordun ışıkta. Işıklaşıyordu kapkara saçların. Başın önüne eğikti ve daha seni bilemeden, yüzünün yeniliğinde susmağa başladım. Üç defa ışıktan çalmak istedim seni, bir kolun, bir koltuğun, bir elin kavrayışında. Üçüncüde ben kasıldım. Sense denizle ışığın boğuştuğu yerdeydin. Kış henüz geriniyordu; ötende nisanlaştı. Mevsimler uzunluğunca peşinden geldim.’’(Alıntı)
Düşlerin tarhındayım, Melike.
Akıl melekelerimin de kanıtlandığı bir sınav kağıdı gibi karaladığım sayfalardan taşan aşkım ve isyanlarım ben ki, Melike…
Beylik bir aşka kanat açmadım.
Suskunluğumu takındığım takınalı.
Ruhuma taktığımsa o kilit ve çelikten benim bedenim asla beyhude olmadı da sevgilerim ki İlahi Aşkın çıtası yükseldi yükseleli ben koşmaktayım Rabbime.
Sen bir nesirsin, Melike.
Bense esirin.
Esaretim ancak yazdığımda sonlanıyor ve kara saçlarında ak yüzlü bir derviş olmanın verdiği cesaretle seviyorum seni aslında koşuyorum kendime.
Sancılandığım doğrudur şafak öncesi.
Şahlanansa duygularım ve ritmi bozuktur yüreğimin bazen gerileyen tansiyonum bazen tavan yapan ve kanımdaki şekerle beslerim ben sözcüklerimi.
Kardığım bir asalet.
Kaydığım buz.
Kaykıldığım eksen.
Kaybolduğumsa içine düştüğüm aşkın coğrafyasında bazen eririm bazen kaynama noktasında buhar olur uçarım.
Hayattan randıman almak mı?
Yüreği rehavetle sıvamak mı?
Yalnızlığımı ise geçiştirdiğim elbet şehrin müdavimi bir şair olmanın ötesinde ben hayatımı zaten şiir gibi yaşamadım mı ezelden?
Çok oldu o ilk şiir kitabını aldığım.
Üniversite yeni bitmişti ve babamı henüz toprağa vermiştik bense şaibeli gecelerde bir şeyler karaladığım şiir olduğuna delalet hiçbir ip ucu da yoktu.
Orhan Veli’nin şiir kitabı ilk edindiğim şiir kitabı sonra şiirler karambole geldi bense kendimi koştururken buldum başladığım meslek yaşantımda sözüm ona kariyer peşindeydim aslında ben içimdeki cenneti çalıştığım mekanlara taşıma derdindeydim.
Mademki ben melektim.
Mademki çalıştığım lüks ofisler cennet…
Gel gör ki cehennem azabıydı yaşadığım ve kürediğim bilgiler üstün bir performans göstersem bile mutsuzluğum tavan yapmaktaydı.
Alavere dalavere bilmezken hayatta ve kimin neye denk düştüğün tahayyül etmezken nasıl da emindim mert insanlarla yolumun kesiştiğine.
Şiir kitabım raftaydı.
Karaladığım şiirlerse kayıp.
Bense bahtın rüzgarında sürgün edilmiştim başka coğrafyalara.
Konfor ve donanım ve yüksek meblağlı maaşımı sevememiştim işte ve günbegün kendimi kaybediyordum bir ara öğretmenlik yapmaya meylettim sonra da çalıştığım bankanın yanındaki okula dalardı gözlerim ne zamanki zil çalsa bir koşu gider bakardım okulun bahçesine oysaki ben ne öğretmen ne öğrenci ne de şair hatta ne de şiir idim.
Sadece beyaz yakalı bir çalışan gözünü tepeye dikmiş ama gittikçe derine battığım.
Şiirlere denk düşen hayatlar değildi hem farkında olduğum tek farkındalık kazandığım bitmek bilmeyen arayışımın bana verdiği coşku ve neşe idi derken onu da çaldılar, Melike.
Biliyor musun Melike…
Benim asla Melike diye bir arkadaşım olmadı.
Aslında çok arkadaşımın olduğuna inanmışken anlamıştım ki: meğer benim hiç arkadaşım olmamış.
Osmanlı Devletinin yaşadığı duraklara ulaşmıştım ve evet, ben duraklama devrindeydim.
İhtimam gösterdiğim meslek hayatımı öyle bir sonlandırdım ki…
Sonra ekonomik darboğaza düştüm ve Orhan Veli’nin aldığım ve hiç okumadığım şiir kitabını daha da nice kitabımı sattım tek tek.
Görünen o ki: ben artık gerileme devrindeyim.
Sonra vur patlasın çal oynasın acılar ve sıkıntılar.
Peş peşe yaşadığı hastalıklar ailemin.
Ölümdü nefesini ensemizde hissettiğim bu sefer tahliye olmuştum ben hayattan ve hastane yolunun müdavimiydim:
Bir onkolojiyi mesken tuttuğumuz bir de yoğun bakımda yatan annemi ellerimden kayarmışçasına kaybedecekken.
Melike, detaylara girmeyeceğim ve şükürler olsun ki ailecek o zor günleri atlattık ama dertler biter mi?
Havsalam almıyor bazen ama ben, şiirim.
Yaşadığım hayat içimde saklı tuttuğum cennet ve de:
Meğerse hayatın ta kendisi imiş şiir.
Şiirlere doyamadığım: hem okumaya hem yazmaya…
Ve işte ruhumda kurulan Şiir Cumhuriyeti Osmanlının gerileme döneminden sonra ve işte mecliste saklı değerli şairler ve yasa mahiyetinde yazılan şiirler.
Değil bir şiir kitabı yüzden fazlasıdır sahip olduğum.
Değil bir şiir binlercesi kaleme aldığım.
Ama ben şair değilim, sevgili Melike ve ben daha şiir filan da yazmadım.
Çömez bir kalemim şiirlerin radara takıldığı ve şiir iklimidir yüreğimin meali.
Hayatın şiir olduğu aşikar.
Aşkın da şiirlere en çok yakıştığı…
Mührümü bastım.
Mahlasım olmasa bile ve işte şiirlerle diktiğim sökükleri hayatın ve hecelerde saklandığım ve şiirlere aşık olduğum çünkü ben hayatı şiir bildim daha doğrusu bilmişim ilk günden beri.
Bana yakışan mı?
Söyleyeyim, Melike:
Elbet sevgi ve umut ve iman gücümden doğan yaşama sevincim ve ben her ne kadar hüzün hırkamı sırtımdan çıkarmasam da inanılmaz mutluyum bu Şiir Cumhuriyetinde.