Sağdıcı olduğum hayallerim ve illa ki
s/ağlamasını yapıyorum gerçeklerin…
Bir bavul dolusu yenilgim var iç
hatlarda yaptığım o uzun ve bitimsiz yolculukta.
Dış hatta ise kesinti var:
Bazen noksan cümleler geliyor
kulağıma her ne kadar kulak vermesem de.
Ah, bir de duvarlar yok mu o
duvarlar?
Halis munis güzel komşularımızın var
olduğu zamanların özlemi ile dolu içim ve mademki duvarların kulağı var artık…
Artık yıl gibi belki de dünde kalan
güzel ruhlu insanlar.
Şimdilerde ne çok atık var sevginin
karşılık bulduğu daha doğrusu bulamadığı.
Aradığım bir şeyler var elbet: ara
sıra kendime rast geldiğim.
Bir de atık düşler gözüm açık
gördüğüm ne de olsa insanlar acı verme konusunda kulvarlarında birinci
sıradalar.
Yağan yağmurun kokusunu özlüyorum son
zamanlardır bir de toprak kokusunu: hele ki üstümdeki ölü toprak yok mu?
Her yerinden illa ki filizleniyor
duygular.
Ansızın bir hayale düşüyorum sevgiyle
eşleşen duyguların karşılık bulduğu zamanları nasıl da g/özlüyorum ve hali
hazırda kim varsa yakınımda uzağımda gözlerimi sevecenlikle üstlerine
yöneltiyorum öyle ki sevgi ırmağı taşan gözlerimden elbet alaylara maruz
kalıyorum sonra da iç sesimi ve güzel yüreğimi bilfiil ben kalaylıyorum.
Zemherilerde asılı kalmış duygular
nifak sokan hayatla arama.
Zaaflarımı yok saydığım bir o kadar
yok sayıldığım.
Yoklukla varlık arasında gidip
geliyorum adeta:
Toklukla açlık arasındaki o ince
çizgi gibi a, evet, bir ince çizgi daha aklımın sınırlarını zorluyor ve çok
eski zamanlara gidiyorum aslında o kadar eski de değil.
Antik çağlarda yaşayan bir firavun
belki de beni ağırlayan ve hayallerim depreşiyor:
Psikolojiye merak saldığım yıllarda
çok sevdiğim bir profesörün naklettiği o cümle:
‘’Normal olduğumu kim söyledi?
Ki normalle anormallik arasında çok
çok ince bir çizgi vardır.’’
Zihnimde yer almış özel kayıt açtığım
bir aforizma adeta.
Şimdilerde yazmaya gönül verdiğim
için yazgımı da yazamazken başım gözüm üstünde kabullendiğim her şey bir yana
üç beş sayfa not alıyorum işte günlük bazda.
Günü öğüttüğüm.
Geceyi de kurtarmak adına bir saati
geçmeyen yazma maceram sonuçta bir dip not düştüğüm ölü gün ve gelecek güne
geceden hazırlandığım.
Dilim damağım kuruyor üç beş dize ile
ıslatıyorum geceyi ama yetmiyor.
Midem isyan etmişken ve ben açlık
grevinde bu sefer üç beş sayfayı bulan bulmayan denemeler kaleme alıyorum.
Hayat boyu en çok da çoğu insan
tarafınca kale alınmadığımdan mıdır ne aceleci şekilde hızlı adımlarla
çıkıyorum Allah katına.
Ah, keşke Allah katında reddedilmesem
ki içimi bilen içimden geçene vakıf İlahi Kudret her halükarda yalnız
bırakmıyor beni ve aralıksız yalvarıyorum:
Ne olur bırakma elimi, güzel Mevla’m.
Diğer elimde kalemle uzanmışken boylu
boyunca hayal ve umut dünyasına gerçeklerin de bilincinde bazen canım o kadar
çok yanıyor ki ve ısrarla sevdiğim bir dünya dolusu insanın sırtından geçinmek
istemiyorum elbette ve yüreğim ş/akıyor gözlerim ç/ağlıyor daha da büyük bir
aşk ile yürüyorum Rabbime.
Belki de yeni yürümeye başlayan bir
çocuğun yürüteci gibi kalem:
İlk cümle iken gökten zembille inen
ve peşi sıra sökün eden cümleler.
İstikrarlı mıyım yoksa değil mi?
Anbean değişebilmekte iken mizacım
asla yan çizmiyorum görevlerimden gerçi zaman zaman hayattan yan çizsem de bir
şekilde karışıyorum işte hayata ve insan içine.
Bir içimlik addedilebilen yazdıklarım
oysaki ben bir ömürlük sevip bir ömürlük yazıyorum.
Ne de olsa insan yüreğinin ve
sevginin hakkını vermeli en çok da İlahi Adalete duyduğum inanç ile sarılıyorum
içimdeki yetim çocuğa çünkü o çocuk illa ki gülümsemeyi ve güzel şeyleri hak
ediyor çoğu zaman insanlar bunlardan mahrum bıraksalar da beni ve işte İlahi
Aşk daha da inanılmaz bir ivme kazanıyor maneviyatın gücünde saklı her güzellik
ve her şey nasıl da karşılık buluyor şükürler olsun ki…