Elbisesi değişti gökyüzünün; yine... Gündüz krakerini
çiğnerken aşk, birdenbire yine gecesi oldu hasreti... Bu soru işaretinin çengelli
iğne ile hayatı tutturası gelmiş ama becerememiş, eli yatkın değil.
Ağrı kesici içirmiyorum aşka, başı dönüyor sonra. Her acı vereni
kendisine; yaşama sebebi sanıyor. Acemi o daha. Yürütüp onu ezberimde, bana
çarptığı ve kalbimden özür dilediği emekleme dönemlerini anlatıyorum aşka.
Sonra o geliyor karşıdan. Gözleri tıpkı gecenin elbisesi
gibi, ışıl ışıl; şehrin bütün alacasını kapıp gözlerine zerk etmiş. Gözlerim
kamaşıyor. Cebinden bir anahtar düşürüyor, her hâli sükûnetli bir mutluluk gibi
olan eklemlerinden bir cesaretle özür dileyip yere eğilerek anahtarını alıyor.
Gecenin yaramaz ve bir türlü uyumayan baykuşundan rica ediyorum;
anahtarın neye ait olduğunu ona sorması için. Ben soramam. Karşı kıyısına
geçemedim yüreğinin. Baykuşun kulağına eğiliyor, fısıltılı: dudak okuyorum, bir
türlü yüreğini okuyamamışken.
“Bu anahtar, yüreğimin...”
Eyvah! Anahtarı yüreğinin...
Kısmetimin ismet zamanı; geceler gündüzle eşitlenir,
ellerindeki yaşama sevinci ellerime konar belki, o anahtarı çalsam mı?
Eğer bu aciz hırsızı
kovalamayacaksa şehrin ışıkları ve gözleri; ben, hazırım.
En günahkâr yerinden kıvrılıp ayak dibindeki ezilmiş zaman
olabilirim, görünmüyorum, ayakkabısının tekdüze izi olabilirim. Her şey olabilirim,
kalbinde bir şey olabilmek için...
Baykuş bizi yalnız bıraktı. Yürüyorum, kalbim denize ilk
defa girecek olmanın heyecanı gibi bir heyecan yaşıyor, ona yaklaşırken ben.
Kalbimin ziline uyanmasın, anahtarı cebinde...
Sonunda beni fark etti. Parlak ışıklarla kaplı gözleri, en yabancı
kaderin izinli yetimi gibi oldu şimdi bana. Bir yavru kedi gibi bakakaldım,
alamadım anahtarını.
Kaldırıma oturdum, soluk soluğa. O anahtarı çalarak
yüreğinin hangi kapısını açabilirim? Eğer bana açılmaya müsait değilse
anahtarla mutluluk satın alabilir miyim?
Elbisesi değişti, hüzün yüzümün; maskemi çıkarmam. Bir gün
sahici bir yaşamak hallerinden bulaşıp zamanına, nasıl olduğunun kadersel
resmini çizeceğim sevdiğim. Kelimelerimin kavalyesi olacak yepyeni gıcır gıcır
alınmış bir mobilya gibi; mutluluk...
Korkmuyorum. Sevmek hangi yokuştan yuvarlanıp dibime geldiyse
ona harcadığım zaman ve sana kapıldığım kader iklimimin rotasının sen çizmek
yolu; helâl hoş olsun.
Eğer anahtarı düşürürsen ve çalmaya cesaret eden birileri
olursa bil ki; zorla çalınan bir kalp kimsenin işine yaramaz. Bu yüzden
kırmadım kalbinin kapısını.
Gönülle gelen başımızın tacı, gönlümüzün saadet sadakasıdır.
Ben buralardayım, hep ve hâlâ; bir gün gözlerim görecek yeniden seni. Saadetin
saf arka kapısından gireceksin içeri. “merhaba” kelamında “merhaba” mutluluğu
seslenecek aşka.
Sen, yolunu değiştirsen de benim yolum sana çıkandır. Çıkmaz
sokak gözyaşları selde hayatını kaybedenlerin bedeli oldu.
Ben aşkının yolcusuyum. Gel sevsen, gelmeyip sevmesen de...
Ruhu yürekten kaçak sana atılan bir imza bu aşk. Yoklukta
tüketen yorgunlukların yine de canı sağ olsun yamacındayım.
Bir gün görecek gözlerim yeniden ve gerçekten seni; susmamı
istersen hep susarım. Zaten gözlerim konuşmaya çoktan hevesli.
Şarkının cesaretli yolculuğuydu bu satırlar.
Ben, imkân çiçeğinin tohum yanıyım.
Kurusam da ve solsam da tohum olan başka bir imkânda can
bulacak olandır.
Ölüp ölüp hep dirilir aşka.
Sevdiğim, yediverenlere karışmış aklının kör bilmecesi; üzülme,
elbet düzeltirim her şeyi.
Ne de olsa soru işareti görünümlü sorun işareti bu aşkta hep
benim...
Öptüm kalbinin bana kiremit yerinden; tuğlasından sağ çıkıp
yine de sana ölenim ben...
Dilara AKSOY