Üstün körü sevmek nedir, bilemem
yetemediğim kadar yatamam da yüzükoyun yaşarken girdiğim mezarımda buz tutan
yüreklerden nemalandığım o kadraj.
Sözcüklerin beni özgür kıldığı tek
gerçek.
Özgürlüğümün de doğduğum gün
itibariyle elimden alındığını yadsımam mümkün mü sahi?
Depreşen bir hüznün minvalinde hazanı
da uğurladım ya… sahi, ölsem gam yer miyim?
Dökümlü etekleri yaralı semazenin ve
bir can pazarıdır yaşadığım.
Yandığım değil yerdiğim hiç değil…
Kardığım mı kandığım mı?
Hayallerime tutkun olmuşken bir ömür
ve şimdilerde gerçekleri yeni yeni gördüğüm.
Hazandan arda kalansa derin bir hüzün
kuyusu ve derine atılan bir taş bilirler de azığımın da aşımın da aşk olduğunu.
Bir hutbede yandım sabah ezanında ama
yetmedi:
Secdeye vardım ve rükû ettim ve işte
hüzün çeşmem gürül gürül nasıl da çağladı.
Açığa çıkan enerji gibi infilak
edilesi yüreğin meleklere ihbar ettiği.
Kazık kaktığım acılar ve endamlı bir
iç çekiş akabinde yaşlarımla boğulan umudum ve yarınlara kavuşma ihtimalinin de
çok zor olduğu.
Zoruma giden neyse.
Zorbadan ötesi de yok iken.
Kız başıma verdiğim tek kişilik
mücadele ve ben nasıl da uzağındayım annemin.
Gönlün ritmi ve ritüeli elbet tok
sesi kaderin ve zile basanın sadece ilham perim olduğu gerçeği.
Saat kaç olursa olsun üstelik ve kaçkın
mimarisi şehrin bense şiirle yatıp kalkmama rağmen içimde tüten yazılmamış
şiirlerin dumanı.
Geniş ölçekli bir coğrafya adına
hayat denen o devasa tekke bense dervişiyim yalnızlığın ve Üsküdar’ın dik
yokuşlarını çıkıyorum ve Aziz Mahmut Hüdai Türbesini yâd ediyorum nerede ise
her gece gözlerimi kapayıp da uykuya daldığımda rengim soluyor sonra çağlıyorum
sonra şafak sayıp şakağıma dayıyorum kalemi.
Kırık mızrap.
Kırıklarını aldıramadığım duygularım
ve yaşanan can pazarı bense peyda olan yeni günden sahi umutlu muyum?
Deşen neyse.
Dalaşan hangi it ise.
Uzağındayım insanların ve
tuzağındayım zalimin.
Bir kehanet olmasa keşke mutluluk ve
huzurum Allah katında saklı yeter ki bir an evvel kavuşayım önce anneme sonra
s/onsuzluğu sırtlanıp kavuşayım yüce Mevla’ma…
İklimlerden yine anne ama bu sefer
çok daha detaylı bir harita ve yüreğim sekerken bir dağdan bir tepeye tepeleme
önüme yığılmış bariyerler ve kırık taşları sokağın aslında kırılası bir şeyin
de kalmadığı sabit iken benliğimden.
Muhafaza ettiğim hangi duyguysa
artık.
Elbet öncelikle maneviyat elbet
öncelikle sevgi ve akışkan bir rahmet iken hüzün ve çeşmesi kurumuş iken ömrün
ve kırık bir sayaç.
Cennet bildiğim annemin yüreği
şimdilerde cehennem ateşinde yandığımın da bir göstergesi iken bu yüksek volümlü
sessizlik.
Manidar olan nice şey bir silme ya da
sikke iken hüznün reşit gölgesi.
Hazan mahsulünden de öte.
Bata çıka yürüdüğüm yol ne ki ve
elbet çamur at izi kalsın, imajında terk edilmiş bir beyazlık olduğum da
kayıtlı Allah katında.
Müzmin bir rüzgârım ben ama yetmez.
Muğlak bir duyguyum ben ama gücüm az.
Mundar bir lanet karalandığım ama
bilen biri var.
Anne denen iklimde yanıp tutuşan bir
alevim aşkın büyütecinde yalnızlığın da iç burkan doku ve kokusunda bir
kanaviçeyim ben meleklerin el emeği göz nuru işlediği…
Nardan öte nurdan ibaret nesri yok
iken neşrinde saklı iken tüm gerçekler.
Bir inkâr olsam keşke ya da bir iddia
ispatlayamadığım ve tüm ipuçları kabrin içinde.
Uzlaşamadığım hayat.
Uysallaşan varlığım artık sırtıma
vuran kimse değil lokmamı canımı istismar ettiği.
Annesiz bir güz geçirdim ve işte beni
bekleyen kara kış annemin sesini dahi duyamadığım gözlerinde erimeyi özlediğim
ve koynuna sokulup da yaşlarımla ıslattığım ve yasın da muadili iken bunca yaş
adeta bir yasa bellediğim hüznün arka bahçesinde solsam ne ki ya da sönsem
ansızın mademki annem yok yanımda…