Tekil bir düş olduğunu biliyordum
aslında ve çoğula tekabül edecek ortak özelliklerin peşinde derin bir tevazu
içerisinde geçti ömrüm.
Bir meta addedilen belki de evrenin
metaforu ve paye verdiğim kadar kimse punduna getirip ters yüz eden içimi.
İçimdeki delişmen rüzgâr susmuştu
epeydir bense dış sesin baskın geçmişine dönüp baktım o olmayan minvalden tıpkı
var olmadığıma işaret ederken dünyanın yalan gerçekleri.
Sahteciliğin bir suç olduğunu
bilmemden de öte günah addedilen yalanları sür-git dalaşı adeta it dalaşı idi
sökün eden sözcükler frapan yüreklerden.
Gün devinmişti.
Gök ağarmıştı.
Bense ağır bir küfe ile düşmüşken
yola…
İçimdeki gerçekleri serdim boydan
boya.
Boyalı kadınlardan olmadığım kadar
nazenin bir kız çocuğu gibi yaşadığım ve salındığım hüzünle devasa bir acı
çöreklenmişken içime, elimde olmadan yükselttim sesimi.
İmgeler de susmuştu isyan bayrağını
açan kalemimden dökülen yaşlara rağmen kâğıt hala duru ve berraktı azıcık
buruşuk olsa da buruşan yüzümden düşen binlerce parçayı iyi kötü kaleme
almalıydım mademki söz uçup yazı kalıyordu ve bir ömür biriktirdiğim
defterlerime ve not aldığım yüzlerce kitabımı öylesine yok saymıştım ki son
birkaç aydır ne de olsa benden birer parça idi her biri.
Paçavra addedilen üniversitede
tuttuğum ders notlarım ve çekincesi olmayan alt yazısı ömrün biteviye
ıslıklandığım ve de mutluluğu ıskaladığım…
Öyle ya: apartman topuklu ayakkabılar
devri çoktan bitmişti tıpkı mezun olmamın üstünden seneler geçerken değerini
kaybeden kitaplarım gibi ve tek değer kaybeden onlar olsa iyiydi hani.
İçtenliğin kırılgan mizacı.
İç sesin vakur duruşu.
Duyulmaz iken sesiniz.
Ve sevginin badireler atlattığı.
Delik deşik bir masa örtüsü gibi
üstünü örttüğüm duygularım ve hayal kırıklıklarım.
Rengi de atmıştı üstelik pek çok şeyin
ve teneke kutuya vurup da çıkan sesle göbek atanlar mı istersiniz yoksa geçkin
şarkılarda kendini bulan kadınlar ve adamlar mı…
Uzun süredir müzik dinlemediğimi fark
ettim ansızın ve kulaklıklarımı aramaya koyuldum derken vazgeçtim çünkü
kulaklarım ve gözlerim açık olmalıydı mademki annem uzun zaman hastanede yatıp
tedavisine evimizde devam ediyordu.
Sözcüklerin dahi değer yitirdiği.
Sevginin bir martaval olduğuna beni inandırmaya
çalışanlar ve de ne yazık ki onlar haklıydı.
Sulu sepken gözlerim.
Rahmete âşık benliğim.
Alt bilincim.
Yorgun bedenim.
Göçkün ruhum ve kırık yüreğim.
Tam bir Türk filmi gibi arabeske
filan bağlamasam da hayatı her şet seriliydi işte meydanda ve yokluğumda
meydanı boş bulan kim ise artık kimliğimin aralıksız sorgulandığı.
Ben genç ya da orta yaşlı bir
insansam eğer şart koşulanlara sessiz mi kalmalıydım?
Nüfus cüzdanımdaki tamlamalar.
Kitaplığımda duran diplomalarım.
İç sesimin aralıksız seslendiği.
Dış ses ise baskıcı tutumuyla renk
vermese de beni işaret ediyordu ve evet: ben bir suçluydum bir günahkârdım.
Neden mi?
Çünkü toplum normlarına göre yarı
yolda kalmıştım.
Evlenmediğim için kuruntuya filan da
asla kapılmadığım kadar benim yerine dertlenenler.
Meslek hayatımın en verimli döneminde
her şeye noktayı koyup da inzivaya çekildim.
Yüksek lisans yaparken sırf verimli
olmak ve ders çalışmak adına ayrı eve çıktığım.
Kısaca hayatımın gel-git leri.
Rengi atan bir giysi gibi benim
rengim filan atmamıştı ise.
Saçımda üç beyaz beyaz olsa bile
saçımı boyatmayı ilk gün reddetmiştim.
Doğallığı sevmem ve makyaj yapmaktan
hoşlanmamam bile bir suç unsuruydu ne de olsa yeni tanış olduğum birkaç insan
resmen yüzüme esip, evde kaldığımı da üstüne basa basa söylüyorken.
Evde kalmaktan ziyade yarı yolda
kaldığım hiç mi önem arz etmiyordu insanların gözünde?
Ve annem rahatsız olduğu için başında
nöbet tutmam ve aralıksız ona pervane olmam dahi suç addedilmişti işte üstelik
daha demin çok sevdiğim bir yakınım yüzüme öfke ve hakaret yağdırırken.
Zor zamanlardan geçiyordum ama annem
tam iyileşmese bile evine yanıma dönmüştü ve onun yokluğunda kim var kim yok iç
yüzünü, ihtirasları ve para hırsları ile belli etmişlerdi üstelik etken olan
hiddetleri bana hakaretler yağdırmalarına izin verirken…
Ben ne mi yapıyordum?
Aralıksız her gün yeni bir başlangıç
addedip insanlardan hala sevgi ve sevecenlik beklerken yanılmam kocaman bir
deprem ve uzlaşamadığım insanlar ve değişmeyen tutumları binlerce artçı şoka
denk düşüyordu.
Öğretmen kızıydım.
An itibari ile çalışmasam bile bir
öğretmendim ben.
Ve yakınımda olanların gözünde baba
parası yiyip keyif yapıyordum hele ki annem yoğun bakımda günlerce hastanelerde
aylarca yatarken ve benim değil onu görmem sesini duyma şansım bile elimden
alınmışken…
Ve işte eteğimdeki taşları döküyordum
bir bir.
Nidalar.
Fısıltılar.
İnsanların öfke patlamaları.
Bense her gün sabahın erken saatinde
kalkıp istikrarla çabalayıp duamı namazımı eksik etmezken tek dileğimdi annemin
yanıma dönmesi.
Döndü de uzun zaman sonra.
Ve de ne çok şey evrim geçirmişti o
gelene değin.
İkiyüzlü insanların iki yüz yüzü
olduğunu görmemden tutun da aldığım tehditler ve uğradığım hakaretler ve
iftiralar…
Su bitmiş çaydanlık yanmaktaydı.
Bense testi kırılmadan ne çok şamar
yemiştim.
Ne Nasrettin idim ne de Kafka ama
varsa yoksa ben edebiyattan ibarettim işte onca insana rağmen onca sıkıntıya
inat ettiğim.
Yazdıklarımı beğenmezken bir ilke
imza atmış ve kitabımı bastırmak için çoktan da yola düşmüşken biliyordum da Rabbimin
beni çok sevip koruduğunu.
Burada bir es veriyorum çünkü an
itibari ile netleşen çok şey olduğu gibi muğlak olan çok şey de var.
Kalemin izinde.
Yüreğin gizinde.
Annem hasta yatağında ben başında
nöbette ve iki arada bir derede yazmaktan da vazgeçmediğim ve kendim
beğenmezken çoğu yazdığımı silip baştan yazmayı da kendime elbet yedirdiğim
çünkü ben edebiyattan ve umuttan ibarettim ve de hüzünden.
Ne çok angarya yüklemişti insanlar
bana.
Cahil varlıkları ile egolarına ve
paraya tapan sözde bilgili sözde muhterem muhteşem insan benzeri canlılar.
İçimi yakansa annemin acısına teslim
olup anne-kız baş koyduğumuz yolda beraberliğimizi devam ettirmemizdi.
Üstüne üstük bir de bakıcısı vardı
artık annemin ve ben tam anlamıyla gönül rahatlığı içerisinde olamasam da daha
bir sakindim ve daha az evhamlı eskisine oranla.
Ve işte en yakınlarımla
paylaşamadığım bunca şeyi şimdi yazıya döktüm.
İçimdeki Ebabil kuşu ya da Anka.
Araf’ta kaldığım şu son dört ay.
Ve ben müteşekkirdim güzel Rabbime
çünkü ettiğim dualar kıldığım namazlar kabul görmüştü ve annem yanımdaydı.
Edebiyattan ibaret olduğum gerçeği ne
riya ne rüya.
Eşlik eden iç sesim ve bitimsiz
hüznüm.
Ve ben insanların gözünde çalışmayan,
baba parası yiyen evde kalmış bir kız iken şimdi üstüne basa basa haykırıyorum:
Ben sadece bir insanım insan kalmaya
çabalayan ve Allah yolunda.
Halen de annesinin küçük kızıyım bin
yaşında olsam da ve çocuk kalbimle seviyor ve yazıyorum sadece edebiyattan da
ibaret değilim hani bir o kadar hüznün sarmalında umutla dolu Allah’ına yakın
ve sevmeyi seven bir o kadar içimin kırıklarından binlerce şiir ve yazı
derlediğim kadar da beni bekleyen uzun ve meşakkatli bir yolun yolcusuyum.
Teşekkür ederim sevgili okurum
teşekkür ederim.
Çünkü yazmak ve sevgi ve umuttur bana
yaşama sevinci ve coşkusu veren hele ki bir kere baş koymuşken Allah yoluna ve
de edebiyatın güzelliklerinden ibaret olmanın verdiği huzur ve mutlulukla…