‘’Belki de beni asıl besleyen düş kırıklıklarımdır.
Yazarken heyecanlıyım, zamanlar arasında gezinirken zamanı
unutuyor, geçici
bir şizofreniye düşüyorum. Sezgileri güçlü başka biri yönetiyor
sanki yazıyla
ilişkimi. Bu öteki, metnin kendisi…’’(Alıntı)
Yorgun sözcüklerim var benim ve yılgın.
Yazmadığımda yüreğim matem dolu ve yangın yeri
ve iki arada bir derede masanın başına geçip üç beş sayfa yazmadan duramıyorum.
Dur durak demediğim acılarım var ve ruhumun
röntgenini aralıksız ve biteviye çekmeliyim ve iklimlerden dökülen yaprakları
yeniden tutturmalıyım dallarına: ya, benim dalım nerede ve ne ara köküm beni
terk etti?
Öyle büyük ki açısı acımın.
Öylesine yenik bir canlıyım ki.
Taşıdığım canınsa hiçbir önemi yok insanların
gözünde en başta da yakınlarım iken yok sayıldığımı görmek büyük üzüntü
vermekte.
Kulaçladığım şu enginlik ve üstüme bir ömür
titreyen insanlar nerede ve dudaklarımdan dökülen nidalar neden bu aralar
böylesine suskun ve pişekar?
Öznem tekil öznem gizli öznem özveri dolu.
Ön sözü olmalı illa ki günün ve şiirin ve son
sözü de ben söylemeliyim.
Dur durak bilmeden yenildiğim, yanıldığım.
Ara vermeden canımın daha da çok acıdığı.
İklimler saklı torbamda.
Ruhum saklı heybemde.
Acılarım iç cebimde ve yerle yeksan olmuş
ruhum maviden bozma bir sepette pışpışlıyorum rüzgârı ki ne zaman tersten esse
içime alt üst oluyorum ve bir an evvel yolcu etmeliyim rüzgârı yorgun
sözcüklerden düzgün cümleler kurup içimi kendim serinletmeliyim.
Rengim turuncu.
Rengim turkuaz.
Rengim tutucu.
Rengim tutuklu.
Ve beyaz olmamın ve de beyaz kalmamın kimse
için bir değeri bir önemi yok.
Meylettiğim bir masal belki de mealim iken bir
şiir.
Dikilesi iki yakam ve resmettiğim nice yazı.
Yankısı duyulmazken sesimin iç sesim de bir
ömür kendini gizlemişken ben neye kime yeterim ki bu saatten sonra?
Alarmı kurmadan uyandığım.
İhbar etmeden ruhumun tutuklandığı.
Nutku tutulan yalnızlığımı büyütür ve
beslerken rengimle sakit bir beyazda uçuşan sözcüklerim.
Kar yağdıkça saçlarıma.
Saçmaladığım zamanlardan arda kalan.
Soyut duyguları somut hale getirmenin tek yolu
da yazmaktan geçerken.
Hurafeler fısıldayan.
Hırıltısı göğün.
Hengâmesi yerkürenin.
Bir izotop iken varlığımın vücut kütle
indeksi.
Sararan yapraklar ben gibi.
Bense biz olmayı beceremezken.
Senli benli konuşamadığım insanlar ve sağdıcım
iken nezaket ve farkındalık geliştirdiğim.
Mevsim öksüz ve kimliksiz. Kışa benzemeyen bir
Ocak ayı ve ocak başında duyguların ötelenmiş kimliğimden arda kalan
kırıntılar.
Yüksek sesle değil alçak sesle hiç değil
bilakis sessizliğe mazhar olduğum ve verilmeyen tepkinin bende yarattığı tepki.
Sözcüklerse uleması içimin.
Kalemse uyruğu gizemin.
Ulak bildiğim cümleler ve şiirler ve itirazsız
yaşamak zorunda kaldığımın ertesi her inzivaya çekildiğimde kuruyan
dudaklarımmm ve suskunluğu mesken bildiğim ve her sus payı söylemde kordan
noktalama işaretleri bazen soru bazen ünlem bazense noktayı koyamadığım ve üç
nokta ile geçiştirdiğim.
Alt yazısı ömrün ve suskunluğun nazarında
yaşadığım ve de öykündüğüm binlerce öyküm.
Mezar sessizliğinde bir evrende hıçkırığımı
bile gizlediğim.
Her renk ayrı duyguya denk düşen ve
düşüncelerin girdabında soluklandığım ve sönen bir balon gibi içime tıktığım
her şeyin her duygunun hava kaçırdığı ve efkârın peşinde yalnızlığımı güttüğüm
üstüne üstük kimse benden haz etmeyen yine beni bana düşman eden.
Sözcükler bıçkın.
Ünlem şaşkın.
Sorularsa havada uçuşan.
Bense menzilde saklıyım ve ansızın sekiyorum
bir cümleden diğerine bazen soluklanıyorum boş sayfada ve dolu başaklar gibi
başımı eğip rükû ediyorum Rabbime.
Manidar olan her şey.
Münazara ettiğim ne varsa.
İstimlak edilmiş ruhumdan fışkıran sözcükler
ve boykot ettiğim kadar hayatı nezdinde yok sayıldığım dünya.
Eklem yerlerinde şiirlerin çiçekler açıyor ve
çözülen bağcıklarımla ayaklarım dolanıyor ve tepe üstü düşüyorum.
Hecelediğim her duygu rüştünü ispatlamış her
düşünce ve iklimin gözü seğiriyor bense ağırlaşan göz kapaklarımı uyutup
yeniden yazıyorum hikâyemi.
Unutulmuşluğun güvertesinde nice
tutunamayandan biriyim hayata işte ve hep de bir başıma kalmaya mahkûm
edildiğim…
Artık uzun uzadıya sevmiyorum ve kısasa kısas
en başta içimdeki hengâmeyi uyutup siliyorum dünde kalanları ve her gün yeniden
doğuyorum sözüm ona ve askıya aldığım koca ömrü heba etmenin verdiği acı ve
sıkıntı ile yol alıyorum bazen gerisin geri giden ayaklarımın altında ezilirken
toprak biliyorum da toprağın beni çağırdığını ve her ne kadar acele etmesem de
kendimden tamamen uzaklaşacağım bir o kadar kendime ve Rabbime kavuşacağım günü
dört gözle bekliyorum en azından alacağım nefesi verip dünya ile alacak verecek
hesabımın kalmayacağı güne nazireler sunup Rabbin nezdinde huzura kavuşmak
adına…