Bir rengin istilası altındaydı şehir
bir o kadar pervasız.
Göğün kırık sazında oynaşan gamlı
notalar yankısı duyulmayan yağmurun izindeydi adeta.
Manen çökkün.
Mevsimle ilintili ne acılar saklıydı
havada.
Göğün kırık penceresinde sürgün
edilmiş bir kış misali bazen…
Bazen sürünen bir yılan gibi.
Bazense sömürülen bir ruh gibi.
Acı kollarını açmıştı Tanrıya ve yüz
bulmadığı kadar aldırış da etmiyordu artık hayatın pervazında saklı olsa neydi
ki bulut ya da yağan yağmurun tek damlasından ibaret iken insan.
Bu bile yeterdi hani ne de olsa
evreni programlayandı İlahi Mekanizma.
Güne uyanmak.
Günbegün s/üzülmek.
Arsız bir gülüş peşi sıra
çimdiklerken insan derisini hissetmediği kadar hassasiyeti artık yok denecek
derece azdı.
Hırsızdı duygular.
İşgal altında şehir.
Kundaklanmış evren ve sükûtu hayale
uğrayan şair.
Yorgun kırlangıçlar mola verdi ve gök
kapadı kapılarını şimdi rüzgâr başka şehirlerde kuvvetlice esmeye başlamıştı.
Kardeş iller.
Doğunun kültürü Güneydoğunun iklimi.
Mevsimler sönük ve içerlerken yürekler.
Uykuda yakalanmak ölüme ve titreşen
sırf yürekler de değildi ve işte koca alan o devasa büyüklükteki depremle
sarsıldı ve gömüldü yere binalar.
Hırsız bir coğrafya değildi bilakis
kendi halinde yaşamın doğasında saklı iken ihtimaller…
Gece idi çökkün.
İnsanlar şaşkın.
Devinen iklim ve aralıksız yağan kar
nasıl da hazırlıksız yakalamıştı insanları ötesinde kıvrımlarında acının dünü
uyutandı anda saklı ölüm güdüsünden çıkıp da yola beti benzi atan yeryüzünün
tek tanrısı idi acı dolu bir güne sığınmak daha doğrusu sıyrılıp duygularından
vücudunu terk eden ruhların müptelası iken yaşama tutunma arzusu.
Sözcükler ıssızdı.
İklim soğuk.
Bedenler donuk.
Ruhlar kurtuluşun peşinde.
Sökün eden bu acı dolu beklenmedik
deprem ikiye bölmüştü cihanı ver yer gök ortasından ikiye ayrılmıştı devamı da
geldi.
Uyruğu yoktu ölümün.
Yaşı da yoktu.
Yasın tahakkümü ve şerit değiştiren rüzgâr
çuvallamıştı işte.
Renkler solgun.
Mevsim yorgun.
Gecenin kör vakti belli ki Azrail bir
akit imzalamıştı depremin koşulsuz hezeyanı iken tetikleyen ve işte koşulsuz
teslim olmuştu insanlar.
Renkler.
Rakımı yokluğun.
Kanat açan kuşlarsa çoktan göç
etmişti.
Şehri İstanbul sevdalandığı kadar da
karşılık görmemişti ya da haddinden fazla yorgundu yürüdüğü minvalde.
Soğuk esen rüzgârın hızı yine
yetmişti üşümeye üşütmeye de.
Mevsim kibirli yasa gereği vakit
dolmuştu yasın gözünden akan yaşa hücum etti melekler.
Miadı dolan hayatlar ve sönük feri
günün.
Şarkılar çoktan susmuş ve teslim
olmuştu insanlar kaderine.
Keder deyip de geçmemeli idi hani ve
baş koyduğu kadar insan yaşama şimdi suskundu mizacı yerin göğün ve son durakta
beklemeye aldığı kadar insanlar mutluluğu teslimiyet duygusu ile kavuştu ruhlar
ulu Rabbine.
Konuşlu olduğu kadar hüzün korumalı
dünyalarından firar eden melekler ve çocuklar ve kader fırsat eşitliği
vermişken insanlara.
Vakti dolan kimse kanat açtı diğer âleme
kimi ise enkaz altında kurtarılmayı beklerken yeniden bir oldu birlik oldu
insanlar.
Hep buluşulan nokta mıydı sahi bir
doğal afetin peşi sıra kimliği ve kaderi ortak paydada buluşan nice insan göç
mevsimine vakitsiz yakalanmışken…
Geçmiş olsun Türkiye’m ve başın sağ
olsun, canım memleketim.
Ortak bir adımız ve ortak bir acımız
var yine.