KAZIM ÖZTÜRK
ÖZTÜRKÇE
semazen.net
MANKURTLAŞMA, KANARALAŞMA
Aytmatov’un
“Gün Olur Asra Bedel” adlı romanında anlattığı bir efsane vardır: Mankurt
Efsanesi. Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri nitelikli
(!) köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş. Bunu şöyle
yaparlarmış: Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden
çıkarırlarmış. Bu arada bir deveyi keser derisinin en kalın yeri olan
boynundaki deriyi tutsağın kanlar içindeki kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.
Kuruyup büzülen deri kafayı mengene gibi sıkıp, dayanılmaz acılar verirmiş. Bir
yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış. Tutsak
başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları
duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz
bırakılırmış. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölürmüş. Kalanlar ise
belleklerini yitirirmiş. Tutsak zamanla kendine gelir yiyip içerek gücünü
toparlarmış. Ama o artık bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan
“mankurt” olurmuş.
Bir
mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu
bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı
için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir
hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir
köle. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş.
Dilimizde
“mankafa” sözcüğü argo da olsa yaygın biçimde kullanılmakla beraber, “mankurt”
sözcüğünün aynı yaygınlıkta olmadığını biliriz. Mankurt sözcüğünü Cengiz
Aytmatov gündemimize yeniden soktu. Mankurtlaşmak, ulusal kimlikten uzaklaşma,
topluma ve kültüre yabancılaşma, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşme,
egemen güçlere ve süper devletlere yaranmayı içeren sosyo-kültürel bir
kavramdır.
Zihni yeniden kurgulanarak mankurtlaştırılan kişi,
düşmanını “efendi” kabul ederek kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir
köledir. Okumuşlar kolaymankurtlaştırılabilirken halk aynı kolaylıkla ve
kısa zamanda mankurtlaştırılamaz. Kültür
kodları halkı kendi değerleriyle ayakta tutarken, aydın ya da yöneticiler gerek
arayış içinde olmaları, yeni değerlere kontrolsüz biçimde açık olmaları ve
bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarların önünde tutmaları onları
mankurtlaştırma sürecine sokar ya da bu süreci hızlandırır.
Haklı, gerekçeli ve
meşrû olanın dışında, bir insanın sırf çıkar ilişkisi nedeniyle yahut da özenti
gibi kişilik zaaflarıyla veya başka nedenlerle kendi değerlerine, kendi inanç
ve örflerine yabancılaşması, hatta kendi toplumuna, kendi değer yargılarına
ihanet etmesi, eşine az rastlanır bir şey değildir. Hemen her kültürde, bu
yabancılaşma ve ihanetin ahlakî açıdan kritiğini yapan birtakım edebî
tasvirler, hikâyeler veya atasözleri bulunmaktadır; olması da gayet tabiidir.
Mankurtlaşma,
Köz-Kamanlaşma ve kanaralaşma… Bu üç kavram birbirinden farklı hikayelere
dayansa da, hüzün verici boyutları bir yana dursun, oldukça düşündürücü, ibret
verici ve öğretici içeriğe sahiptirler. Aslında bu üç kavram veya hikâye
birbiriyle çelişmemekte, birbirinin mesajını nakzetmemekte, tam tersine
birbirini tamamlamakta ve bütünleşmektedir. Toplum içinde menfi roller üstlenen
insanların tamamı Köz-Kaman bilinciyle hareket etmediği gibi, mankurtlaşma da
azımsanmayacak kadar ileri boyuttadır. Kanaralaşmak ise, içinden geldiği bir
ana yapıya yapılan ihaneti resmetmekte çok başarılı bir temsildir.