KAZIM ÖZTÜRK
ÖZTÜRKÇE
kazimozturk@yenikonya.com.tr
kazim_ozturk2016@mynet.com
semazen.net
Ramazan Sohbetlerime
sevgililer sevgilisi, peygamberimiz, önderimiz Hz. Muhammed (SAV) efendimizin
Hadisleriyle başlamak istiyorum. Çünkü Kur’an’ı, o’nun açıklamaları, yaşantısı
ve örnek ahlakı olmadan İslam’ı anlamak eksik olur.
Bu hadis bize, yol haritası çiziyor. Şöyle ki;
her yaptığımız iş, içimizde gizlediğimiz, tasarladığımız, düşündüğümüz iştir.
Bununla ilgili güzel bir söz var, denir ki;
“Dervişin fikri neyse, zikri de odur.”
Bunun için düşüncelerimizi, niyetlerimizi
halis kılmak zorundayız. “Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz”. Kimse, “ben
yaptım oldu” diyemez böyle bir lüksü yoktur.
“Ey Allah’ın resulü, neden hepsi yerin dibine
geçirilsin ki? İçlerinde, ticaret için yola çıkanlar olduğu gibi, onlardan
olmadığı halde yollarda orduya katılanlar da var”
Resulülullah:
“Hepsi yerin dibine girdirilir ve kıyamet
günü niyetlerine göre haşrolunurlar” buyurdu. ( A. g. e. s. 27)
Çok çarpıcı ve üzerinde çokça düşünülmesi
gereken bir hadis. Bir mücadelede, bir çalışmada; “Bana kahraman desinler, beni
el üstünde tutsunlar, beni alkışlasınlar, bana itibar etsinler, makam mansıp
versinler…” diye hareket edenlere, “dostlar alışverişte görsün” anlayışında
olanlara bir mesaj niteliği taşıyor.
Bu iki Hadis, bizi samimiyete, ihlasa davet
ediyor.
“Allah, sizin cüsselerinize ve şekillerinize
değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Riyazü’s-Salihin, c.1, s. 31)
“İki
Müslüman birbirine silah çekerse, öldüren de ölen de cehennemdedir.” Buyuran
Peygamberimize;
“Ya Resulallah, öldürenin durumu belli de,
ölen niye cehennemlik oluyor?”diye sordular. Peygamberimiz;
“o
da arkadaşını öldürmek istiyordu da o yüzden” buyurdu. (A.g. e. s. 32)
Şimdi burada biraz durmak ve meseleyi enine
boyuna açmak istiyorum;
“Allah allah” diyerek insanlara kılıç çeken,
onu öldüren her iki kabile ve topluluk da aynı kategoride mütalaa edilir.
Mesela cemeş Vak’asında olanlar, Hz. Hüseyin’i katledenlerin durumunu varın siz
kıyas edin.
Şekle önem vermemek ile ilgili bir anekdotu
paylaşmak isterim. Katıldığım bir Kültür programında şiirlerimizi okumuştuk.
Programın sonunda programın yönetcisi: “İçinizde şiir okumak isteyen var mı?”
diye sordu. Arka sıralardan; kulağı küpeli, saçını arkadan tokayla toplamış
uzun saçlı, dövmeli, uzun bıyıklı, sakallı bir genç çıktı prtaya ve öyle bir
şiir okudu ki, salonda olanların hepsi şoke oldu. Okunan şiir tasavvufi ve
derinlikli bir şiirdi. O gencin de beş vakit namazını kılan, İslami hassasiyeti
olan, ancak bulunduğu ortam itibariyle böyle bir kılığa bürünmeye mecbur kalan
birisi olduğunu öğrendik. Dahası meğer bulunduğu bu ortamda birçok gencin İslama
girmesine vesile olmuş.
Zevahir bizi aldatmasın. Kimsede ne olduğunu
kimse bilemez. Derinliği, derunu yalnız Allah bilir.
Rabbimiz; “Kim
zerre miktarı iyilik yaparsa onu görür, kim de zerre miktarı kötülük yaparsa
onu görür.” Buyurur.
İman, sadece Amentü esaslarını okumaktan
ibaret değil. İslam, yalnızca dil ile söylenmekle bitmiyor. Nüfus cüzadanında;
“Müslüman” yazması, Müslüman olmak için yeterli değidir.
Peygamberimizin; “İnsanların namazı sizi aldatmasın”, “Öyle Kur’an okuyucular var ki, Kur’an
ona lanet eder” hatırlatması bizi titretmeli.
Üç kişi
yola çıkar. Geceyi geçirmek için bir mağaraya girerler. Ancak mağaraya girer
girmez dağdan kopan bir kaya parçası mağaranın kapısını kapatır. Gençler, çar
naçar beklemeye başlarlar. Bu esanada her birisi kurtulmak için, hayatları
boyunca ihlaslı ve iyi niyetle yaptıkları işlerini anlatmaya başlarla. Birinci
genç;
“Allahım, benim annem ve babam vardı. Akşam,
onlardan öncene çocuklarımı doyurur, ne de hayvanlarıma bakardım. Günün birinde
odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Fakat geldiğimde onları uyumuş buldum.
Onları uyandırmayı ve onlardan önce ailece süt içmeyi hoş görmedim. Çanak
elimde olduğu halde uyanmalarını bekledim. Nihayet sabah oldu. Çocuklarım ayaklarımın altında açlıktan ağlıyordu.
Derken annem ve babam uyandılar ve sütlerini içtiler. Alahım, eğer bu işi senin
rızan için yapmışsam bu taş yüzünden başımıza gelen sıkıntıyı bizden
uazklaştır” dedi. Ta bir parça açıldı ama çıkılacak gibi değildi.
İkinci genç söz aldı;
“Amcamın bir kızı vardı ve ben onu herkesten
çok seviyordum. Onunla birlikte olmak istedim. Fakat o teklifim kabul etmedi.
Bir kıtlık senesi zorda kalınca bana başvurdu. Kendisini bana teslim etmesi
şartıyla ona yardım ettim. O da kabul etti. Bu fırsatı elde edince bana dedi ki; “Allah’tan kork da
haksız olarak mührümü bozma” dedi. Ben de Allah’tan korkarak bu çok sevdiğim
kızdan uzaklaştım. Allahım, eğer ben bu işi sırf senin rızan için yapmışsam,
içinde bulunduğumuz sıkıntıyı üzerimizden kaldır” dedi. Mağaranın ağzındaki taş
biraz hareket etti ama yine de çıkacak gibi değildi.
Üçüncü genç devreye girdi ve yaptıklarını
şöyle anlattı;
“Allahım, ücretle işçiler tutmuştum,
ücretlerini tam ödedim. Yalnız bir tanesi ücretini almadan çekip gitti. Ben de
onun ücretini çalıştırdım, hesabına ayırdığım mal çoğaldı. Aradan bir hayli
zaman geçtikten sonra çıkageldi. Ve;
“Ey Allah’ın kulu, ücretimi ver” dedi. Ben de;
“şu gördüğün develer, öküzler, koyunlar ve
köleler, senin alman gereken ücretten çoğalmıştır, hepsini al götür” dedim.
O; “Ey Allah’ın kulu, benimle alay etme
deyince seninle alay etmiyorum” karılığını verdim. Bunun üzerine mallarını
alarak gitti.” İlahi, eğer ben bunu
senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar”dedi ve
taş mağaranın ağzından tamamen aşağılara kaydı gitti. Üç genç de mağaradan
çıkıp selamete erdiler. (A. g. e. s. 36)