*
hiçliğin
gölgesini giydiren asker hikayeleri yalandır hep
yollarını
kaybeden çolpanların
şemdinli
de geceleri arayan sayeler de yalan
yalandır
rüzgarın buğulu yelelerinde
aşkı
eriten sevgiler de
cephelere
salınan sevgililer de yalan
yüreğinde
dilsiz acıları dalgalarca büyütenler
deryaya
düşürdükleri gümüş aynadır hep
paslı
ve soğuk...
dağ
gibi adamların deruni özlemleri
uçurumların
kuytularında gizli ve açık...
güneşi
kıskandıran duyguları yalandır hep
ülfetin
sırrını fısıldar gibi
serperler
yollarına arzuları püfür püfür
yağmurlarını
bir sanemin gözlerinde biriktirir küfür küfür
uzarken
kalbinin yare bakan tarafı
güzelliklerini
yontup yontup durur hep
bir nehrin kıyısında
gökteki
hummalı parıltılar yalandır hep
acıyan yerlere değer suskunluğu
ilk aşkı ve son aşkı ve aksamayan o eski yürek
o şimdi çocuklar gibi
o şimdi içine yanaşık
biraz
ürkek biraz tenha
dalına küsen bir yaprak gibi düşük
rüzgar
bir başka esmekte
zambakların
üstünde çiy damlaları
gökte
bereketli yağmurlar bir başka
rüzgara
eşlik etmekte
onca
renk
onca
ses
iç
içe ,dalga dalga yayılması bir başka
*
of…
bugün
mutlu olma isteği ve arzusu var içimde
bugün
ayrılık elemlerimin vücuda getirdiği
o
zifiri karanlığı
o
derin felaket girdabını terk ediyorum
şimdi
nihayetsiz göklere gözlerimi diktim
başımın
bir kasırga süratiyle döndüğünü hissediyorum
sonra
biraz yatmışım
rüyamda
cananı gördüm
şimdi
defterimde buna dair
uzun
şeyler yazmak istiyorum
sılayı
düşündükçe kalbim sıkışıyor
boğulacak
gibiyim
ah…şu
hayatın sızıları
ah
…şu hicran
ah
…E.N’in hasret duyguları
of…
bu
ne ıstırap ya Rab
bu
ne azap..
şimdi
bu satırları yazdıkça heyecandan
bütün
vücudumun titrediğini hissediyorum
neden
bu kadar duyguluyum
yazdıkça
içimde baygın bir sel
her
tarafı istila ediyor
nefesim
daralmaya başladı
ah..
“E. N”
bu
ıssız, meçhul dağ başlarında
seni
ne kadar düşündüğümü
senin
için neler çektiğim bir bilebilsen
acaba
bunu anlayacak mısın
yoksa
benim sizi unuttuğum fikrine mi kapılacaksın
şimdilik
bu kadar kafi
etrafta
ayak sesi var
sana
selam “E. N.”
saat
gece 03.00…
*
ufukta
ki vadi kadar güzel olmasa da
yer
yer yeşil alanlar göze batıyor
geniş
bir arazinin ortasından süzülen derenin
kenarındaki
bir ağacın altına oturup da
ufkun
içine doğru bakarken
yazıyorum
yeşil
yeşil ekinlerin
rüzgara
mukavemet edemeyerek eğilmesi
bana,
annemden gelen mektubu selamlıyor gibi
saçları
dağılmış
baş
açık ve yalın ayak
rüzgar
gibi koşan kardeşim düştü aklıma
kendi
elimle defnettiğim zamanı hatırlıyorum
önce
koca ovaya baktım
sonra
gökyüzüne
sonra
toprağa, sonra rüzgara
bağrı
yanık anadır gördüğüm
ciğeri
dağlı babadır ellerine kapandığım
gördüğüm
tülbende sarılı
göz
pınarları kurumuş
candan
arda kalandır
*
kızılçam
ağaçlarının ince yapraklarına aktı gece
yıldızlar
parlak birer nokta gibi durmadan çoğaldılar sessizce
karanlığın
ardından nurlu yollar bıraktılar
geciktim,
hem de çok geciktim
bu
hüzün yüklü havada nefes almak canımı acıtıyor
dünden
bugüne düşen acılar
alevsiz
ateş gibi parça parça yakıyor
sol
yanım donuk
ama
zararı da yok
zira
bir bedenden eksilen yürekten eksilen gibi değil
ah
ki rüyalarımı attım karanlık denizlere
yüzüme
savrulan esintilerin zindanlarındayım
derince
kederli
olabildiğince
acılı
bir
gecenin tam da ortasındayım
saat
23.00
ey
mehtap yüzünü kalbime çevir
ki
üzgün ruhum ve sıkıntılı kalbim
yorgun
denizin dalgalarına karışsın
rüzgar,
kabarmış topraklara ulaştırsın nefesimi
nefeslensin
her bir karış adım adım
ey
hırçın esen lodos
yaramı
sar
üzerimi
ört
gör
ki üzerimde taşıdığım kur’an’dan başka
vasiyetim
yok
acıma
merhem olan “E.N”den başka
yarama
hasret basanım yok
saat
01.00
*
ah
..”E.N”
o
altın kumlu koylarda
başını
taşlara vuran üzgün dalgaların divane esintisi
o
yeşil ekinlerin üzerinden yol alarak
beni
yorgun düşüren şiddetli rüzgarların acıklı sesi
ben
bu kızıl akşamlarda seni
uyuman
için annelerin kederli ninnilerine bıraktım
dili
tutulmuş yetimlerin avuçlarındaki cennet kokusuna
sevda
nakışlı mendillerin her bir katına saldım
gelinlik
kıza
kurbanlık
koça
askere
giden yiğide yakılan kınaya karıştırdım
ah
..”E.N”
ben
seni bu pek karanlık
ve
pek soğuk zamanların en sıcak anlarında
bir
sabah namazı vakti
sığınaklardan
yükselen tekbir sesleriyle
sıklaşan
saflara emanet ettim
ah
..”E.N”
ben
seni hıçkırıkların eşliğinde
iri
tespih tanelerinin huzurlu aralarına
dualarla
şifalı bir nefes diye uğurladım
gece
ve gündüzün birbirine karışmış kanlı kokusunda
ateşlerin
tam da arasında
kan
suyuna saplanmış bedenlerde gördüm gülümseyen yüzünü
*
ah
..”E.N”
bu
üzgün gecede solgun yaprakların arasından
toprakla
birlikte seni çektim içime
ah
ki kan doldu yüreğime
bilemedim
estiğin hangi sancılı bahardır
rüzgarın
başaklara vurduğu iniltilerdin
ah
..”E.N”
özlemin
ekinlerin üzerinden geçerken
şu
suya nazarlık dağ
hep
bir yumruk gibi karşımda
hasretin
ve acının toprağa düştüğü vakte
güneşinin
ışıklarıyla birlikte
bir
daha geri dönmedi
ebabil
kuşları
şu
günüm
yani
şu yaşadığım gün
bir
de hayallerim gittiği yerden geri dönmedi
şu
ayaklarıma dolanmış üzgünlüğüm kaldı geriye
birde
gecikmiş olan gözyaşları
ah
..”E.N”
ağlayamıyorum
bugün
günlerden
cumartesi
*
ah
..”E.N”
sen
kapalı ufuklara tünemiş vahşetlere denk
sabah
uyanmalarının acısına ağla
ağla
diyorsam
ölüm
yağdıran göğe
ölü
püskürten yere ağla
kan
kırmızı gecelerde ölüm kusan seslere
ve
meleklerle beraber besmele çekenlere
ışığını
saklayan
yedi
kandilli süreyyaya
toprağın
feryadına ağla
ah
..”E.N”
dünya
yaratıldığından beri böyle görülmedi yeryüzü
yeryüzü
hiç böyle bir gün görmedi
gündüz
ve gece bu yerde
ay
ve güneş ışımasının gölgesinde
saçları
üşüyor toprağın
bir
sağanak yağmuru altında
acısı
ıslanıyor onbaşının
suların,
ağaçların, kana bulanmış ekinlerin derdi aynı
ağla
ki yelken açan denizciler
bir
daha dönmeyecekler
şimdi
bir
çatışma anından yazıyorum
*
bu
akşam yemeği yedikten sonra
kabak,
nohut, tarhana çorbası
memleketlim
sevdikleri için türküler söylemekte
hafıza
gazel söylemesi için rica ettim
şimdi
artık her taraftan
gazel,
naat, ilahi nameleri işitiliyor
vatanı
için çarpışmadan ölme düşüncesi
şehit
olma hissiyatı
cepheye
giden her askerde mevcut
saat
15.20
vadiye
giden yamaca çıktık
solda
çok eski zamanlardan birkaç mezar
çoğunun
üzerinde hiçbir işaret yok
bazılarında
birer ağaç dalı
iki
üç tanesinde de kırık mermerler
okudum
şehit
düşen askerlerin isimleri yazılı
ve
şimdi doğrusu kalben pek sarsılmış bir haldeyim
kim
bilir nasıl bir naz-u niyaz içinde büyümüş
ne
hazin ki bir anne ve babanın
şefkat
ve merhameti ile sevilmiş
bu
vücutlar şimdi nerede yatıyorlar
ah
..”E.N”em
şimdi
düşünüyorum
şehit
olursam bende mi
böyle
solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp
terk
edileceğim
bana
da aynı akıbet mi gösterilecek
*
haziranın
ilk haftası
8
haziran 1998
günlerden
pazartesi
şahadet
günü
saat
11.00. çatışmaya girdik
top
ve tüfek patlamaları
şimdi
biricik onbaşın yaralandı
allahaısmarladık
..”E.N”
ah
..”E.N”
gidenlerin
peşinden sürüklenirken
önce
boynu bükük ekinlere baktım
sonra
gabara
sonra
altın ışıklı aya
ve
selamla gelen rüzgara
sonra
hasret dalgalı dağa
kanlı
zarfın üzerine yazılı kelime-i şehadete
anadan,
yardan, ocaktan ayrılışı teselli eden
ey
rüzgar
götür
beni gittiğin yere
ruhumu
şad et
bir
Fatiha fısılda kulaklarıma
sevindir
beni
ah
..”E.N”
sende
kapalı ufuklara tünemiş vahşetlere denk
sabah
uyanmalarının acısına ağla
ağla
diyorsam
ölüm
yağdıran göğe
ölü
püskürten yere ağla
kan
kırmızı gecelerde ölüm kusan seslere
meleklerle
beraber besmele çekenlere
son
elvedalara ağla
*
saat
11.15
zavallı
naci
evladım
gibi sevdiğim yavrum
defterine
emanet ettiğin hislerini
bir
peder, bir ağabey yakınlığıyla okudum
naci’m,
pek
genç ve körpe iken
kara
topraklara emanet ettiğim
o
sevimli vücudundan uzak kalmak
hem
benim
hem
de bölük askerlerinin
telafisi
imkansız büyük bir kaybıydı
yalnız
benim ve bölüğün mü ya
son
cümlesi virgül ile yarım kalmışlığa
yazgısını
bitiremeden şehit olana
tüm
türkiye ağlıyor şimdi
ruhun
şad olsun
en
çok sevdiğin
komutanın
yüzbaşın…
redfer
Hikayenin şahsımla bir ilgisi yoktur.
Şehitlerimizin maneviyatına ithaftır.