Bilinç
_Bu gün ,günümüzde kullandığımız, bazı tedavi çeşitleri aslında bire bir klonlamadır.
Mesela kellik için uyguladığımız saç ekimi ,klonlama kök
hücre uygulamalarının tamamı.
Klonlama kelime anlamı olarak; bir canlının
fiziksel özelliklerinin yeni bir hücrenin içerisine aktarılması ve o hücrenin
de doğal olmayan yollarla çoğaltılarak, bir taşıyıcı vasıtasıyla dünyaya getirilmesi
işlemi.
Bugün gördüğümüz tüp bebek uygulamaları da aslında benzer
bir prensibe dayanıyor.
İşleme tutulan kişinin tüm bedensel yani d-n-a, sın da ki tüm kalıtımsal özellikleri, klonlanan hücrelere aktarılıyor.
Normalde, sizin bir klonunuz üretilmek istenilseydi yani
kendinizi klonlamak isteseydiniz o klonun da dokuz ay boyunca anne rahminde
kaldıktan sonra ,bir bebek olarak dünyaya gelmesi gerekirdi.
1809 yılında Fransız zoolog Jean-Baptiste- Lamarck tarafından
yayımlanmış olan, zoolojinin felsefesi adlı ünlü yapıtında, kazanılmış
özelliklerin tamamen kalıtsal yolla taşınabileceğini savunmuştu.
Lamarck'a
göre ,bizim bütün davranışlarımız, eylemlerimiz seçimlerimiz karakterimiz tamamen
sadece d- n- a- da ki kalıtsal özelliklerimize dayanıyordu.
Ama daha sonrasında yapılan araştırmalar ,bizim sadece d-n-a, mız da ki ,ailelerimizden aktarılan genlerle oluşmadığını bizi oluşturan pek
çok şeyin de, çevresel etmenlerle, daha sonradan kazanıldığını gösterdi.
Bu durumda ,örneğin benim bir klonum üretilseydi, klon bir
bebek olarak dünyaya geleceği için, farklı koşullarda yaşayacaktı. Benimle bire
bir aynı zaman mekan ve tecrübeleri edinmediği için. Farklı bir hafızaya sahip
olacaktı ve dahası, bire bir aynı gözükmemiz bile mümkün olmayacaktı.
Yani
duygusal özellikler ve anılar bire bir klona aktarılamaz.
O yüzden ,sizin kendinizin bire bir aynısı olan bir klonla
karşılaşma ihtimaliniz olmadığı için. Kendinizin, klonu olmadığını da
bilebilirsiniz.
Kim olduğumuz ve ne olduğumuz gerçeği, bu kısım gerçekten
daha ilgi çekici. "Çünkü ben kimim" sorusu, hepimizin hayatının bir bölümünde
kafamızı kurcalayan, felsefe tarihi boyunca da tartışılan çok temel bir soru.
Ben kimim ve beni ben yapan şey ne? Bu soruya pek çok kişi benlik yanıtını verir ama "benlik " benlik nasıl bir şey? Neler bana özgü, şimdi bunu tartışalım.
Bu soruya verilen ilk yanıtlardan bir tanesi "badi teori" yani
beden teorisi. 5 yaşındaki Derya ile 17 yaşındaki Derya 27 yaşındaki
Derya da aynı olan, değişmeden kalen şey ne ? Bedenim. Bedenim 5 yaşındaki Derya gibi
gözükmüyor olabilirim, ama bir den fazla beden yok ortada.
Dünyada geçirdiğim bu
süre boyunca, yani hayatım boyunca bedensel olarak bir süreklilik sağladım bir
bedene sahibim. Bedenin tekilliği ve sürekliliği ,beni ben yapan şeydir badi
teoriye göre.
Bu görüşe karşı çıkarak, benlik sorusuna farklı bir şekilde
yaklaşan düşünürlerden bir tanesi 1689 yılında yayımlamış olduğu insan anlığı
isimli kitabıyla John Locke.
Locke kitabında bir düşünce deneyi kurgular "beden değiş
tokuşu".
Bir Prens ve bir ayakkabı tamircisi düşünelim Prens ve bu
tamirci uyurlarken Prensin zihnini ayakkabı tamircisinin bedenine ,ayakkabı
tamircisinin zihnini Prensin bedenine koyalım.
Sabah uyandıklarında, ayakkabı tamircisinin yatağında ve onun
kıyafetleri içerisinde uyanan kimdir?
Locke’ a göre, uyuyan insan, ayakkabı tamircisi, ama
uyanan kişi Prenstir.
Yani Locke, burada insan ve kişi arasında bir ayrım yapmış
oluyor.
Locke’ a göre dünkü Deryayla bu günkü Derya aynı.
Derya'yı Derya
yapan şey yani, uyuyup uyandığımızda hala aynı kalan şey belliğimizdir yani
anılarımızdır.
Fakat burada şöyle bir sorun var, o zaman alzaymır
hastalığına yakalanarak hafızasının büyük bir bölümünü kaybeden kişi kendisi
olmaktan çıkar mı?
Yada şöyle düşünelim, kendinle hatırladığın en erken anıların
4 ila 5 yaşındaki bana dair. O zaman bebekken ben ben değil miydim?
Bu çok fazla eleştirilebilecek bir görüş yani Locke un
görüşü pek çok açıdan sorunlu.
Benlik nedir sorusu üzerine başka bir yanıtı ise 1739 da
David Hume veriyor.
İnsanın doğası üzerine adlı kitabında Hume ,benlik fikrinin
kendisinin sorunlu olduğunu ,benliğimizi deneyimlerimizden bağımsız olarak
gözlemleyemeyeceğimizi söyler.
O yüzden ,benliğin orada bir yerde sabit kalan bir kap, bir
şey olmaktan ziyade. Sürekli değişen milyonlarca farklı şeyden oluşan bir yığın
olduğunu iddia ediyor Hume.
Ama bu yığın öylesine büyük bir yığın ki ,oradan birkaç küçük
parça değişmesine rağmen ,yığının tamamında bir değişiklik olmadığı için.
Biz
benliğimizin hala aynı olduğunu ve sürekli olduğunu düşünürüz.
Mesela kendimden örnek verirsem, ben 17 yaşımda metalciydim
şimdi metalci değilim.
Bazı alışkanlıklarım ,zevklerim ,tercihlerim değişti ama o
yığın kocaman yığında küçücük bir nokta olduğu için, bazı şeyler değişirken bazı
şeylerde değişmeden kaldığı için. Ben hala tek bir benliğe sahip olduğumu veyahut benliğimiz
sürekli olduğu gibi bir yanılgının içerisine düşmüş olurum .
Hume ‘nin söylediği
mantıklı gibi gözüküyor.
Doğduğunuz andan itibaren, yaşamınız boyunca sürekli bir
zincir örüyorsunuz
Hayatınız ilerledikçe, bu zincire halkalar ekleniyor, fakat
buradaki fark şu. Bir taraftan zaman ilerledikçe şimdiki zamanda sürekli yeni
halkalar eklenirken, zincirin en başındaki halkalardan bazıları yok oluyorlar.
Zincir uzadıkça başlangıç noktasından da giderek kısalıyor.
Bir noktada öyle bir ana geliyor ki o zinciri başlangıçta
oluşturan bütün halkalar değişmiş olmasına rağmen ,zincir varlığını devam
ettirmiş durumda.
Bildiğiniz gibi felsefede soru asla bitmez:)
Tamam ama bu benlik nerede? Neyle ilişkili? Neremde yada
benliğin olduğuna dair bir kanıtımız var mı?
Yani bu bir gerçeklik mi ve dahası
o benliğe imkan veren ne?
Eğer ki size ,vücudunuzda en çok neresi sizmişsiniz gibi
geliyor dersem? Kimse diz kapağım demez, yani parmaklarım daha çok ben gibi
geliyor demez.
Vücudunuzdan bir kısmının alınıp saklanacağını, vücudunuzdan
bir kısmının korunacağını size söylesem.
Tahmin ediyorum ki herkes beyinim derdi.
Tamam o halde adım adım ilerlerken şunu bulmuş olduk benlik
dediğimiz şey beyinle ilgili.
Biz benlik derken baya baya orda maddi fiziksel bir et parçası
olan beyinden mi söz ediyoruz?
Yoksa beynin dışında başka bir şey var mı?
Çünkü biz artık 21.ci yüzyılda ,beynin hangi bölgesini hangi
işlevi yaptığını her şeyi biliyoruz.
Yani beynimizdeki bazı noktalar doğrudan
bizim davranışlarımızla duygularımızla, hareketlerimizle ilişkili.
Bu durumda bizim daha öncesinde ruh ,bilinç, zihin ,benlik
olarak bahsettiğimiz şeyler, belki de daha henüz beyin yapısını yeterince
kavrayamadığımız için ortaya attığımız soyut fikirlerdi.
Ve biz beyni yeterince
tanıdıkça bu tarz açıklamalara ihtiyacımız kalmadı mı acaba?
Beynimizdeki sinir
hücreleri zarar görmesinden biz hafızamızı davranışımızı bizi biz yapan olarak
atfedilen pek çok şeyi kaybedebiliyoruz.
Beyne dair bu incelemeler sonucunda ortaya şöyle bir sonuç
çıkıyor.
Benim biricik özel varlığım dediğim şey yani Derya dediğim
sadece nörolojik süreçler mi? Bütün davranışlarımın duygularımın düşüncelerimin
hepsinin temelinde böyle birbiriyle çakışımı var?
Evet diyenleri duyuyor
gibiyim, ama öyleyse de yine bambaşka bir problem ortaya çıkıyor.
Dediğim gibi ,felsefenin sorun yaratmakta üstüne yok...
Etik pedofilin psikolojik bir hastalık.
Eğer ki bu hastalık, beyindeki bazı işlevsel bozuklardan
kaynaklanıyorsa biz o işlevselleri düzelterek bu hastalığı tedavi edebiliriz
demektir bu işin iyi yanı.
Kötü yanı ise, eğer ki pedofili, nin yegane sebebi ,beyindeki
bazı işlevler işlevsel bozukluklarsa ve biz bu pedofili, nin tedavisini henüz
bulamamışsak o zaman bir pedofili hastasını hiçbir koşulda suçlayamayız yargılayamayız
demektir.
Çünkü aslında o beynindeki fiziksel süreçlerin, nöronların
hareketlerine bağlı olarak bir neden sonuç ilişkisi içerisinde hareket ediyor
demektir.
Haliyle eylemlerimizde ve davranışlarımızda böylesine
fiziksel bir neden sonuç ilişkisi varsa biz hangi hakla neye göre insanları
yargılayacağız.
İşte ortaya etik bir sorun çıkıyor, hatta etiğin kendisi
sorunlu bir hale geliyor. Çünkü klasik anlamda biz ahlaki davranışın tüm
dürtülerimize ve bizi onu yanlış davranışa iten koşullara rağmen sadece iyi istediğimiz
için yapıldığını savunuyorduk.
Eğer ki belirli nöronlar faaliyetlerinin sonuçlarına göre
hareket ediyorsak, bu durumdan ne iyi iyidir nede kötü kötüdür.
Konuya dahil klasik görüş beynimizin ve bazı nöro fiziksel
süreçlerin duygularımızı, davranışlarımızı kısmen etkileyebileceği.
Ama tüm
bunlara rağmen insanın bilinçli bir canlı olduğuydu.
Bizi hayvanlardan ve öteki
şeylerden ayırt edenin bilinçli akıllı bir varlık oluşumuzdur.
Bedenin sana "yap" dediklerine veya çevredeki koşulların seni
ona itmesine rağmen onlara "hayır" diyebilme iradesine sahip olmaktır.
Hatta 2500 senelik bütün felsefe tarihi bile ,bu ön kabule
bağlı.
İnsanın bilinç sahibi bir canlı olması dahası ,dinlerde bu
görüş üzerine kurulu.
Çünkü eğer biz bilinç sahibi ve kendi başına karar
verebilen koşulları değerlendirebilen akli bir varlık değilsek dünyada
sınanmamızın hiçbir imkanı olamaz.
Bilincin varlığına dair hiçbir kanıt yok, çünkü bilinç
gözlemlenebilir bir şey değil, nerede olduğunu bulamıyoruz.
Kafamızın içerisini açsak gösterebileceğimiz bir yerde değil,
bu bilincin nasıl işlevi var?
Nerden kaynaklanıyor, neyle ilişkili bilinç
gerçekten var mı?..
Bu tarz sorular havada duruyor şöyle söylemekte fayda var diye düşünüyorum bilinç "yönelimseldir”.
Semra EROĞLU Şiirleri sevdiren kadın
14/07/2023
(
Bilinç başlıklı yazı
Semra EROĞLU tarafından
14.07.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.