Hangi özlemin öznesi olduğunu ve
hangi kıyıya vurduğumu bilmeden yediğim vurgunlar.
Sözcüklerin oynaşı iken imgeler ve
kurmaca cümleler.
Bir alıntı belki de hayatın
albenisinde kapışan yer ve gök ve işte uğuldayan kulaklarıma eşlik eden
fısıltılar.
Duyulmazın tininde saklı bir fısıltı
gaipten gelen…
Çökertme oynayan ilham perim.
Ağdalı yalnızlığım ve yeknesak
titizliğim.
Gün geçkin gece ise geniş mezhepli:
Dudaklarına değer ay değil genç
adamın ve yanındaki kızın sırlarına haiz demek oluyor ki: karanlık her ayıbı
örtüyor ve insanlar aslında bunun, masumiyetin çalıntı inkarı olduğunu
bilmemekteler.
Aşk yeknesak.
Aşk ve masumiyet yerle yeksan.
Şiirde saklı aşk nidaları ve şairin
aşk anlayışı aşkı algılayışı…
Demem o ki: aşk ulaşılmaz olmalı ve
muğlak ve gizemli hatta ve hatta nesnel değil öznel olmalı belki de aşkın
fıtratına en yakışan iken dinmek bilmeyen fırtına…
Aşkla yanıp tutuşan kalem.
Kalem aslında aşkın ta kendisi ve
yüreğin hadisi…
Özgün bir ritmi mi var sahi aşkın
yoksa sessizce mi ilerler aşk ve ses seda etmeden mi gönle kamp kurar…
Kuramlar ve kurallar.
Nazenin özlem ulaşılmaza duyulan ve
açık ara farkla aşkın bahşettiği imkansızlık tüm dürtü ve güdülerin de üzerinde
iken…
Şahikanın şen sesi.
Bir eziyet babında aşk günümüz
insanına ve çabuk tüketilen akabinde türeyen yeni aşklar ve arayışlar: aşkın
bedenle ilintisi ve şehvetin aşkla asla örtüşmediği.
Gizemli kadınlar.
Gizemli erkekler.
Günümüzden yıllar çok yıllar
öncesinde aşkın peşinden koşan latif lütuflar.
Yere atılan mendil ve izinde aşkın o
İstanbul beyefendisi nasıl da şaşkın ve işte özlemin t/aşkın m/eziyeti üstüne
üstük yüzünü görmeden sesini duymadan aşka aşık olan masum hıçkırıklar.
Alabildiğine temiz.
Alabildiğine coşkulu ve sitemsiz.
Alabildiğine geniş bir coğrafya aşkın
kültürüne eşlik eden.
Bir ses mi?
Bir mektup mu?
Bir selam mı yoksa beklenen?
Bir sitem mi?
Asla.
Bir siren mi?
Ne münasebet.
Aşkın yıllara sığamadığı bir ömürlük
bekleyişler.
İlk aşk.
Okul aşkı.
Çocuksa bir aşk dokunmadan varlığına
haiz olmadan ulaşılmazın da imgesi ve simgesi iken aşk nasıl da aşikâr nasıl da
pervasız ve kibar.
Büyük ölçekli olmayan maddiyat hatta
ve hatta bir lokma aşım bir de hırkam ve kaygısız başım demenin desturu iken
nasıl ki iki gönül bir oldu mu samanlık seyran oluyor…
Günümüze dokunduk mu bir de…
Elbet bitmeyen talepleri kadınların.
Bitmeyen istekleri erkeklerin.
Özlemin öznesi iken aşk şimdilerde
bozuk para gibi harcanan ilişkiler.
Bir reverans ise aşk.
Bir de referans ise özlem.
Bir rivayet iken kavuşmak.
Bir efsane iken imkânsız duyguların
baş verdiği.
Yükümlü ola cebi mi yüreği mi
insanın?
Yoksa her kadın her genç kız mıdır
pırlanta dokunuşları hak eden ki…
Bir adet gül bir avuç kır papatyası
nelere delalet iken dünde kalmış masallar ve aşk hikâyeleri akça pakça teninde
sevdanı alı al moru mor değil bilakis alıngan ve alıntı yüklü mihrabın da iz
düşümü iken aşkı bahtiyar ve payidar kılan.
Mevzu bahis aşk madem.
Dişini mi kırmalı insan bir aşkın bir
düşün kovuğunda saklı iken kelam.
Araya giren mesafeler ve miller ve
coğrafyalar ama aşk var oldukça katlanılan zorluklar…
Bir varmış aşk bir yokmuş dercesine…
İpek mendile sinen kokusu aşkın ve
göz göze gelmekten bile kaçınan utangaç beyler ve hanımlar adeta siyah beyaz
filmlerin de simgesi iken kırılgan kalbin sahibi kim ise yataklara düşen ve
veremden ölen sevdiğine de kavuşamadı madem…
Hani olur ya…
Bir varmış aşk bir de yokmuş…
Varsa yoksa dünde saklı ve güne
veryansın eden aşk meleğinin de utancı iken elbet aşk ortalıkta sergilenmez ve
gizidir ve masumiyetidir aşkın aşka vardığı aşkın aşka ve kavuşmaya ramak
kaldığı…
Ve aşk:
Nerede yaşıyor nerede yaaştıyorsan…