Mülteci bir iklimde servet bildiğim
sefasını sürdüğüm cenderede saklı iken hikmeti hem umudun hem sevginin
havsalasından taşan özlemler biriktirdiğim kadar da daim kıldığım inancım.
Şehla gözlerinde yanılgının…
Yılkı atlarını da mahmuzladığım
kadar…
Kayda değer hangi sebepti de öfkemde
peyda olmuştu huzur?
Göğün makbulü idi ruhum devşirdiğim
sağdıcım hangi iklimse kıblemde saklı tuttuğum…
Nifak sokmuşlardı bir kere hayata
hayat ki şah damarımdan yakın olanın tecellisi ile acımda ve hüznümde bile
teselli bulabildiğimin hikâyesi.
Randıman aldığımdı hüzün illa ki
yoksa nasıl yazardım bunca şiiri?
Göğün kudreti.
Yerin infiali.
Yandığımın ertesi…
Tükenmiş duygular familyasında boy
verdi umut bense edepli ve adaplı bir derviştim:
Cüssem ne ki?
Ya, cübbem?
Cenderede yaşadığım kadar da
huzurluydum hani yoksa kelaynak kuşları mı idi en büyük servetim?
Dişlediğim bir elma.
Düşlediğimse elma bahçesi.
Yoktan var edene duyduğum devasa aşk
ve şiirlerdi kıblemde yeşeren ve şivesi ölümün bazen tekleyen kalemim kabir
azabına denk düşen ne zamanki nutku tutulsa yazma hevesimin.
Kır saçlı.
Kordan heceler.
Körkütük âşık olduğum sözcüklerin
deminde derlediğim bazen yazmadığımda dertlendiğim…
Gün yüzlü bir seyyah idi var olmakla
yokluğun arasında gidip gelen ruhum nasıl ki asılı kalmıştı Araf’ta…
Serveti Fürun iken amblemim ve nemli
yüreğimde seken hecelerden inşa ettiğim cennetin yolcusu namı yürümüş bir iklim
ikiletmeden sevdiğimi söylemek ise kılavuzum iken…