‘’Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine
düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp
sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş
olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış
olsaydım.’’(Alıntı)
Ölümdür, gözümden düşen yaşlara teslimiyetim…
İçimde hâsıl olan o kıyım kıyılırken yüreğim sanırlar ki
kıyamdadır yüreğimin esintisi.
Neşri ölümün nesri ömrün…
Ey, ulu Keykubat sanadır teslimiyetim.
Alacalı bir rengin iş birliğidir sözcüklere teslimiyetim
sadece Rabbimin tecellisidir. Geceyi kapıdan kovduğuma da aldanma sen ne de
olsa haizi olduğum bu karanlıkla ben geceyim ben gemileri yakmış olmanın
verdiği karar ile rütbem alındı elimden.
Dümende durduğuma aldanma sakın ne de olsa savsakladım ben ne
varsa bahşedilen savurdum kül gibi savruldum kuru gül gibi ve ismimden men
ettim içimdeki iklimi.
Anlatmak istediklerim bunla sınırlı değil lakin ben
sınırlarımı öylesine keskin çizdim ki aşılmaz bir duvar gibiyim bir lahit
içimin enkazında yaltaklık eder bana gölgeler.
Bilincimi yitirmemiş olsaydım eğer ki sanma da bu denli boş
vermezdim hayatı ve gidişatı tetikleyendir gideri ruhumun gergin bir ipte
yürüdüğüm de nasıl belli:
Asma katındayım yalnızlığın.
Askıntı olan nemrut gölgeler ve güdüldüğüm hece hece
savrulduğum gün ve gece.
Yitik bir günceyim ben kendine yetmeyen.
Yatık bir gemiyim ben çoktan yakılmış.
Yakardığımdır çok elzem ta ezelden aşkın nesrinde şiirin
neşrinde sudan sebeplerle kıyıya vurduğum kıyısından köşesinden nasiplendiğim
geçkin ömrün geçit vermez yollarında başka başka diyarlara sürüldüğüm.
Sürgünüm.
Süngüsüyüm de kalemin.
Sürmanşet yanılgıyım yenik düştüğümün ertesi yatıya kalan
anılarımdan derlediğim anlık bir yazıda ansızın sızan yüreğimden binlerce
heceye teslimiyetim.
Mülkiyeliyim ben.
Mal mülk derdinde de hiç olmadım.
Meali tütün kokan bir tabak dolusu hayal kırıklığı yüreği
recim eden bir tahakküm ki sevdalandığımın ertesi yüzüm gözüm şiire
bulanmışken…
‘’Şimdi her satırı, “bu satırı da neden yazdım?” diyerek
öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla
değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu
alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu
ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. ‘’(Alıntı)
Ertelenmiş düşlerimden sor beni yana hizalanmış öykülerden
arakla aidiyetimi.
Arz edilesi bir ölüm fermanı yiten zamana rahmet okuduğum en
derinden.
Yasımı yasa yaşımı ise yaşama sebebimle eşleştirdiği ve
sözcüklerden boynuma dizdiğim o gerdanlık.
Ben pejmürde bir güneşim ömrünü çoktan tamamlanmış.
Aşkın aksinde neşreden gaipten gelen özlem.
Örtündüğüm aşkla ve şiirle.
Ölümsüzlüğü dilediğim zamanlardan geri dönüşümün de olmadığı
bir hicret bir hiciv bir ihanet bilinmeze gark eden bir teslimiyet…
Alın yazıma sirayet eden bir sitayiş içimin yörüngesinde
zuhur bulan o yerçekimi ve işte elimden dökülen her sözcük belli bir ağırlığa
tekabül edip yerle temas kurduğunda infilak ediyorum.
Yaslı bir yarımadayım ben.
Yaş dolu bir yassı adayım.
Sürüldüğüm iklimlerde sür-git o rüzgâr.
Sümüklü bir oyun çocuğu aşkın gıyabında kumdan kaleler inşa
eden.
Ne anneyim ne çocuk.
Ne kadınım ne reşit.
Ne çocuğu ne de külfet:
Bazal metabolizmamda hâsıl olan o ağırlık o dökümlü sayaç o
dökümlü eteklerimden dökülen taşlar.
Hissiyatım tarif edilmez husumeti ahvalin kuramsız ve sıra
dışı.
Bir hâkimiyet duygusu ise peyda olan bir dirlik sancısı
mutluluğu ertelediğim.
Ah, geç kalmışlığım kendime.
Ahi rotadan çıkmış
limanıma uzak gemiler.
Ahkâm kesen ahvalim
aşkla şerri birbirine karıştıran isyankâr haris gölgeler.
Dedim ya: anlatmak
istediğim çok şey var ölümümün reşit kılınacağı bir zamanı bekliyorum ve
öldüğümde hükmedeceğim ben içimdeki yaslı ve yaşlı o yetim çocuğa verip de
veriştirdiğim gibi varmakla gitmek arasında bir seçim yapacağım.
İzahı olmayan bir
rutin benimki:
Sev ve ertele ve
uyu ve bekle gelecek son treni.
İzafi bir hüzün
benimki:
Aşkın merhalesinde
saklı aşikar yalnız kılındığım azığa aldığım ne varsa azımsanan benliğim ve
arz-talep eğrisindeki o optimum nokta bellediğim belleğimde saklı kayıtlar her
ne kadar talep görmese de gün ve gece ifa ediyorum görevimi…
İnsanüstü bir
dimağ.
Doğaüstü bir
harcırah.
Üstünkörü
yaşamaktan öte ertelenmiş bir ölümü ifşa etmekle de eş değer yazma eyleminde
somut bir gülücük bellediğim ne zamanki yazımı tamamlayıp altına imzamı atsam…
Atıl yüreklerde.
Afaki çözümler.
Araf’ta saklı iken
hidayet.
Ve mücbir
sebeplerden gidip geldiğim zikzaklar.
İhtimaller dâhilinde
yaşadığım gibi itikadımın çıktığım basamaklarında riayet ettiğimse iç sesim.
Olmazın oluru bir
muvaffakiyet varsın asılı kalayın en tepedeki kancaya elbet ayaklarım yere
değecektir vakti geldiğinde elbet kanatlarımı açıp kendimi terk edeceğim
şimdilik idare edin ne de olsa hüviyetim henüz tescillenmedi.
Bir rakımsa hidayet
en tepede.
Bir de vakıf
olduğum asalet düştüğüm en derine.
Gel-git yüklü
mizacımda seken bir kör kurşun kalemin her tetiğini çektiğimde yere serildiğim
ve üstümü ezip geçen sözcüklerim bir ukde ise dünde kalan umresidir duyguların
bir savaştan arda kalan yaralı belleğime himaye ederken sözcükler aşkın devasa
asası ve tetiklenmiş duygularım körelmeden yazıya dökmekle iştigal bir hicap ya
da bir mesuliyet duygusu yerle yeksan edilmiş ömrümün son çeyreğinde
tamamlanmayı bekleyen bir arayıştan da geride kalan varsa yoksa kalemin
sihrinde şiirsel bir varoluşun eninde sonunda kundaklandığı ve ıssızlığımın da
resmiyet kazandığı…