dün
gece
yıldızlar
yoktu
ne
kadar karanlıktı
saatler
ne
giden
en
sevdiğim sesle
çalınmış
olmalıydı çoktan
bütün
yaşadıklarım
bir
bir gözlerimin önüne gelince
bir
kuşku kapladı içimi
bir
can taşıyordum oysa
yoksa
şu kötü dünyaya
nasıl
alışırdı insan
gözüm
sokakta
bakıyordum
dönüp dönüp
kıpırdayan
her gölgeye
ne
gelen vardı
ne
giden
bir
damla yaş süzüldü
sağ
gözümün kenarından
ağır
bir sızı vurdu yüreğimi
gecenin
bu saatinde
yapraklar
rüzgarda uçuşurken
sulu
gözlerimle
bir
daha sokağa bakıyordum
ne
gelen vardı
ne
giden
çok
vefasızdı bu dünya
bir
yanıyla ıssız
bir
yanıyla tenha
bundan
daha güzeli olamazdı yalnızlığın
daha
mümkünü
onun
hatırası
hatırımda
böyle canlı durmasa
bırakıp
gitmek vardı ya
tüm
yaşananları hükümsüz kılabilecek
tek
gerçek
ne
gelen vardı
ne
giden
filikaları
belli değildi
kimin
deldiği
dünya
ömrü işte
bitti
dediğimde
başladığım
yerdeydim
gözlerimi
kaç kez açtım
kaç
kez kapattım
kaç
kez göğe
aya yıldızlara koyu maviye
kokusunu
verip çiçeklenen
kiraz
ağacına baktım
ne
gelen vardı
ne
giden
elimi
uzattım
yağmurlar
döküldü parmak uçlarından
üşüdüğümdendi
onun
silueti
hayal
mayal görüntüsüydü
sardı
kucakladı
sanki
ışıktandı, sudandı
kokudandı,
hazdandı, rengarenkti
ateş
rengi çiçekleri vardı
candandı
gel,
der gibiydi
gülümsedi
can
yoldaşım dedi
nereye
çağırıyorsan oradan geliyorum ben
kapının
altına bir not bırakılmıştı
“galiba
evde yoksun
demek
boşuna gelmişim “ yazılıydı
zil
çalmıştı
duymamıştım
bin
kere ölmüşüm ben
bir
daha ölsem ne çıkar
elim
çenemde
pencerede
hala
öylesine
devam
ediyorum beklemeye
ne
gelen var
ne
giden