Tekin değildi dün gece rüyamda gördüklerim ve asfaltı erimiş
bir kaldırımda koşuyordum kaçıyordum da:
Elbette kendimden kaçıyordum şimdi ve hep de olduğu üzere.
Cengâver bir mücadele benimki rengimle yeşerdiğim hüznümle
yaşardığım ve bir o kadar halen medet umuyorum insanlardan ve de mevsimden.
Bir cürüm ise dünde kalan.
Bense cahil c/esareti ile abanıyorum aşka ve mersiyelerle
dikiyorum yüreğimin söküklerini.
Ne melun bir zafer benimki ne de mutlak bir yenilgi:
İşin doğrusu Araf’tayım ve hüznün tayfası tüm duygular gövde
gösterisinde.
Şahlanan kanım.
Şah damarımdan yakınına sevdalandığım tek gerçeğim ve hayatta
kimse için değmeyeceğini biliyorum içimde büyüyen hüznün ve hasretin.
Rehavetin dibini gördüğüm.
Sözcüklerle avunduğum.
İnsan ikliminde susuz kalıp da soluverdiğim.
Çöreklenen geceye b/akıyorum da…
Çürük bir düş mademki gördüğüm çekmeli miyim bin bir yöne?
Çekimserim.
Çekincelerim yüzünden bocalıyorum.
Bu çetrefilli yolculuk bakalım ne zaman sona erecek?
Gel gör ki yapmam gerekenleri bir bir ifa etmeden çekip
gitmem mevzu bahis değil asla hele ki kendimden çekip gitmeme engel olanlar var
ya…
En başta varlığımın diğer adı diğer yanı, canım annem.
‘’Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma.’’(Gülten Akın)
Bu gün soyut ve uzun bir gölge gibiyim içimin izdihamına
yenik düştüğüm kadar mevsimi için için soluduğum bir düş kahramanı bir masala
dönük iken yüzümde açan güllerle buketler derlememin ertesi uyumsuz addedilen
bir saka kuşu mahiyetindeyim.
Kafesim temiz.
Suyum pak.
İçimde koşuşan şiirler var şakıyan bülbüller ve hayatı cennet
gibi resmediyorum sabahın erken saatlerinde uyanmanın verdiği güç ve azim ile
önce soluyorum havayı sonra solan yüzüme suyu çarpıyorum.
Aslıma ihanet eden bir asal sayıyım da aynı zamanda kimine
göre asi kimine göre asil.
Ömrün teğet geçtiği duvarlarda asılı çocukluğum ruhumun meali
ise anneme emanet her başım öne düştüğünde ruhuma iyi gelen şeyler söylüyor
yattığı yerden.
Cennetimin ta kendisi annemin gölgesinde dahi mutlandığım
doğrudur ve mutlak bir mutluluğa anne başlığını yakıştırıp içimin yokuşlarında
koşuşturduğum da doğrudur.
Sabahlar sisli ve nemli.
Geceden kalan yıldızlar arıyorum gök kubbede dönüp de aynaya
baksam bulacağım aslında bana en yakın olan yıldızı ve gözlerimde uçuşan
yıldızların ansızın kaybolduğunda üzülmeyeceğim de firar ettiler diye.
Firar edemediğim bir bedenim var.
Rengim mavi saçım renk renk:
Dünün kızılında şimdilerde oynaşan beyazlar var ve güneşte
saçımın sarıya döndüğü kadar saçımı istila eden beyazlara da duyduğum öfke ve
isyan ile yaz başında nasıl da kıydım belime yaklaşan saçlarıma aslında kıyama
durduğumu yeni yeni fark ettim başıma kondurduğum örtünün de hakkını vermek
adına en çok da annemin kokusunun sindiği o namaz başörtüsü kıvançla şükürle
başıma iliştirdiğimde nasıl da pür-neşe uzanıyorum boylu boyunca: uzanıyorum
dediğime de bakmayın hani ya da neden lafı uzattığımı sormayın bile ki…
Yalnızlığın iz düşümünde ve yaşadığım çaresizlikte kusuruma
da bakmayın hani sözcükler benim yol arkadaşım iken ve kalemim de en iyi dostum
madem sizler de eşlik ettiniz mi yolculuğuma kıssadan hisse misali bahşedilen
bu nimete hamt etmeden duramıyorum.
Bu gün mübarek Mevlit Kandili lakin yazıyı yarın asacağım
için bir kat daha mutluyum kandiller eşleşen günde bulduğum huzuru genele
yaymanın verdiği mutlulukla iştigalim.
Kaybolduğum bir minval adına hayat denen ve çentikler attığım
yanına geçen günlerin.
Akışkan bir hüzün tek muhatabım iken Eylül’ün başında yeniden
güneş doğdu haneme.
Mazbut ve sıradan bir o kadar sıra dışı duygularım: ikbalim
umut idame ettiğim inanç ikame ettiğimse sevgi.
Mevsim pek bir nazlı.
Gök kubbe pürü pak tek bulut yok semada ve sevgili Gülten
Akın’ın dediği gibi: insan en çok yağmurlu günlere yakışıyor ve işte itiraz
ettiğinizi duyar gibiyim o halde yağmurlu günü üzerime alıp değiştiriyorum
cümlemi:
En çok bana yakışıyor yağmurlu günler hele ki rahmetin
sonsuzluğunda dualar ve insan da kabul gördü mü Allah katında üstüne üstük
kurak bir yaz mevsiminin ertesi koca Eylül’ de bir damla yağmur düşmemişken
mega kente.
İçimdeki yağmur olsa da çoktan geçmiştim kendimden:
Kâh hüzünle eşleşen yaşlarım kâh huzurla ve maneviyatla güç
bulduğum kadar kimse görmeden içime akıtırken yaşlarımı.
Sessizlik pek bir ses etmekte bu gün zaten sessizlik verilen
en büyük tepki iken bazen kendim konuşup kendim işitiyorum ve de insanların
kurak yüreklerinde filizlenmek adına tam bir giriş yapacakken konuya ve de
sohbete gerisin geri gidiyor ayaklarım.
Müzmin bir rengim ben ve de her müşküle düştüğümde yüreğim
meşgul veriyor sancılı bir oluşum ve de varlık katsayımda saklı yokluk ve
hiçlik işte bu yüzden hiçlik makamında gidip geliyorum bir dervişin de tekkesi
iken yüreğin büyüklüğünde ben bile şaşırıyorum bunca duyguyu bunca sevgiyi
bunca insanı bunca umudu ufacık kalbime nasıl oluyor da sığdırıyorum, diye.
Melankoli deyin adına isterseniz depresif bir tanı koyun
bense buna medeniyet diyorum ya da vicdan çünkü kimse kimseyi yargılayamaz ve
de bu hataya öncemde çokça düşmüşken af diliyorum Rabbimden.
Yaşadığım kadar da yaşatıyorum duygularımı gerçi geri dönümü
yine tepkisizlik oluyor lakin ben buyum:
İzdiham yüklü evrenin sessiz yıldızı.
Çiçek olmaya da çok meraklı değilim hani lakin açmadan
akabinde solmadan geçmiyor ne gün ne de hayat…
Sıradan bir günü sıra dışı kılmak adına yazıyorum ve de
huzurun katsayısında büyüyen bir ivme sevgiye asılı kaldığım kadar seyyah
yüreğimle bir duygudan diğerine konduğum doyumsuz insanlara doyumsuz sevgimle
ve inancımla karşı gelip inatlaştığım.
Bir rüya olduğunu bile bile mutluluğun anda bir tek saniyede
dahi mutlu olup huzura erdiğimde bunu hayata yaymakla da eş değer yazdıklarım
ve:
Onca sıkıntıya rağmen mutluyum ben mutlandığım bir detayın iz
düşümü ile iz bırakmak adına güne ve hayata ve de insanlara…
Polyanna kadar iyimser olmasam da çağa uymasam da her
halükarda Rabbime koşmanın verdiği umut ve inanç doğrultusunda huzurlu ve
mutluyum…
Aklın izbelerinden firar eden alt belleğimde depolanmış ne
varsa bir de gördüğüm rüyalar eşlik etti mi hayatıma…
Çekincelerim Allah katında saklı.
Çektiklerim de.
Çekememezlik yapanlara ise diyeceğim sözüm yok ve işte raconu
yaşamın:
Sev ve sus ve yalnız kal.
Bıçkın bir tarifesi var rüzgârın ve ruhumdaki çitler
kırıldıkça bir yerlere varabilmek adına at koşturuyorum ruhumun ıssız
sokaklarında.
Bazense nal topluyorum gidenlerin ardından:
Hele ki o dağınıklık yok mu?
İçim gibi evim gibi şarkılar gibi…
Tüten dumanı Paşabahçe vapurunun epeydir deniz yolculuğu
yapmadığımın farkındayım aslında pek çok şeyi ertelediğim su götürmez bir
gerçek en çok da hayatı beklemeye aldığım ve de çaldırdığım mutluluk meşgule
verirken.
Menşei mi duyguların?
Ne sen sor ne ben söyleyeyim.
İsli yollarında şehrin gergef işleyen kalemim.
Siması tanıdık acıların da külfeti.
Bense zincirlerimle sözüm ona mutluyum en azından bu gün
eklenen bir halkayı daha kırdım ve eğer ki yazıyor olmasam çoktan düştüğüm
denizde boğulmuştum ve yüzme bilmesem de can simidim iken sözcüklerim ve
umudum…