Sizlere “ Türk nedir?” diye sorsam, çoğunuzdan alacağım yanıt; “Türkler Orta Asya’dan…” şeklinde başlayıp, Göktürkler, İmparatorluk halinde birleştiren ilk büyük Hun hükümdarı Teoman Yabgu, Osmanlı ve dedelerimize kadar uzanan nesiller olacaktır.

Bende bu yanıtınız yetmedi, tarihin daha da derinliklerine gitmek lazım dediğimde, hemen elinize bilgisayarınızdan Google’a “ Türkler “ yazıp konuyu araştırdığınızı görür gibiyim. Sizler bu konuyu araştıra durun, ben bu konuda çevremde yüz kişiye yakın değişik kültür kesimi arasında yapmış olduğum araştırmada, aldığım yanıtın % 99 oranında “ bilmiyorum” olduğunu üzülerek söylemek istiyorum.

Buradan şu sonucu çıkardım ki, toplum olarak araştırıcı değiliz. Araştırmayı bırakın, okuyan bir toplum bile olamadık. Bu konuyu ciddi olarak analiz etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Çocuklarımızı neden okumanın içine çekemiyoruz? Onlara neden örnek olamıyoruz? “ Türk “ sözcüğünü neden kullandım. Çünkü üzerimizdeki bu değerli sıfatın ne anlama geldiğini bilerek mi, yoksa bilmeyerek mi yaşıyoruz? Okul çağlarımızda, “ Türk’üm Doğruyum” diye her sabah and içtik. İlerleyen yıllarda ne yaptık? Neden hep birbirimizi aldatma ihtiyacı duyduk? Davranışlarımızda neden samimi olamadık? Neden çarşıda pazarda birbirimizi sömürdük? Aslında okullarda sınıflarımıza girmeden önce söylediğimiz bu andımızın yanında;



“ Türküm, doğruyum, çalışkanım,

Büyüdüğümde rüşvet almayacağıma,

Ülkemin kaynaklarını en iyi kullanacağıma,

Menfaat için riyakâr olmayacağıma,

Çok kitap okuyup, araştıracağıma,

Dış borçlarımızı en kısa zamanda ödeyeceğime

Stadyumlarda adam gibi maç seyredeceğime,

Birlik ve beraberlikten ayrılmayacağıma,

Hormonlu tarım ürünleri üretmeyeceğime,

Kaliteli ürünler üreteceğime,

Doktor olursam, hastalarıma iyi bakacağıma,

Büyüklerime saygı, küçüklerime saygılı olacağıma

Namusum üzerine and içerim…” şeklinde and mı içmemiz gerekirdi?

Şimdi gelelim Türk sözcüğü nereden geldi? Bu arada bulabildiniz mi? Ben size birkaç cümle ile yazayım. Türkler, Nuh peygamberin oğullarından Yafes’in Türk oğlunun neslindenmiş. Sözlük anlamı ise; “ töreli, töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve deniz kıyısında oturan adam” anlamında kullanılmakta. Bunları daha önce okumuş muydunuz? Kitap okuma demiştim. Toplu taşım araçlarında, parklarda ve diğer dinlence yerlerinde bizlerden hiç kitap okuyanları gördünüz mü? Görsek bile çok nadir değil mi? Çoğumuzun, bırakın Türkiye’sini zor gezdiği, yurtdışını bile görmediği, ama bir yıl boyunca deyim yerindeyse eşek gibi çalışan, ancak tatilini de bir ay içinde keyifle yapan yabancı turistleri tatil köylerinde hiç izlediniz mi? Çoğunun elinde kitap vardır. Şimdi sizlere ülkelerin kitap oranı hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Önce ülkelerin kişi başına yatırımlarını vereyim. Norveçliler kişi başına kitaba yılda 137 dolar, Almanlar 122 dolar, İsveçli, Avusturyalı ve Belçikalılar 100 dolar, Amerikalılar 95 dolar harcarken bir Türk, yılda kitap için yalnızca 0.45 dolar harcıyor. Kitap okuma oranları da karşılaştırıldığında, gelişmiş ülkelerle aradaki “derin uçurum” daha da belirgin hale geldiği görülüyor. Bir Japon yılda 25, İsveçli 10, Fransız 7 kitap okuyor. Oysa dikkatinizi çekerim, Türkiye’de ancak 6 kişi yılda 1 kitap okuyormuş.

Belki çoğumuzdan yine, gelişmiş ülkelerin gelir seviyesi ile bizim ülkenin gelir seviyesi bir mi? Şeklinde sorular olabilir. Şunu da göz ardı etmemek lazım ki, kitap dışında öylesine tüketime para harcıyoruz ki, çoğumuzun evinde ikişer, üçer televizyon, son model cep telefonları ve daha sayamayacağım nice ürünler. Ve kadınlarımızın makyaj ve elbiselere verdiği paranın ekonomimiz içindeki yerini incelerseniz, kitaba para ayıramıyorum demek bir şeylere sığınmak olur kanısındayım. Yeter ki içimizde okuma aşkı olsun. Okuyan bir toplum olsak neler mi değişir? Hiç merak ettiniz mi? İsterseniz aşağıda birkaç örnek vereyim. Sizler bu örnekleri belki sayfalar dolusu çoğaltabilirsiniz,


Öncelikle, bir birimize sevgi ve saygı ile yaklaşıp, fikirlerimize saygı gösteririz.
Trafikteki davranışlarımız değişir, Kemer takıp, alkollü araç kullanmayıp, her bayramlarda üzülerek yaşadığımız 70–80 kişilik ölüm haberlerini duymayacağız,
Töre cinayetleri gazetelerin sayfalarında görünmeyecek,
15 Milyonluk İstanbul’un sahip olduğu 8 km’lik yeraltı treni da giden treni bile sondajla bulamayacağız.
İzmit depreminde hasar gören 14 katlı bir binanın üstüne iki tane iş makinesini çıkartıp tehlike içinde binayı yıkmaya çalışmayacağız,
Ağaçlara, banklara kalp ve isim yazmayacağız,
Düğünlerde ortalığa para saçmayacağız,
Statlarda adam gibi maç seyredip, küfürler etmeyeceğiz,
Maganda kurşunlarıyla insanlarımız ölmeyecek,
Çocuklarımız, 50–60 kişilik sınıflarda okumayacak,
Her kış, soba zehirlenmelerinden onlarca vatandaşımız ölmeyecek,
Dere kenarlarına yerleşim alanı kurmayıp, insanlarımız ölmeyecek ve Milli Gelirimiz içindeki değerlerimiz sularla sürüklenip gitmeyecek.
Kızlarımızın 640 bini eğitimsiz kalmayacak. Zorla evlilikler olmayacak,
T.B.M.M.’de 24 tane kadın Milletvekili olmayıp, daha fazlası görev yapacak.
Eğitim seviyemiz dünya standartlarının altında kalmayacak
17 aylık çocuğumuza tecavüz edilmeyecek.
Büyük depremlerde 50 binler ölmeyecek,
Değerli yazarımız Turgut ÖZAKMAN’ın “ Şu Çılgın Türkler” kitabını önce herkese tavsiye eder, bu kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum.

“ Karamülsel’de Kurtuluş Savaşı sırasında, zaten elde mevcudu az olan onlarca ton ağırlığındaki topları dağın içlerine doğru düşmandan saklanan, daha sonra düşman taarruzu sonrası onları teslim almaya gelen üsteğmenin,

“ Bu koca topları buraya nasıl çıkarttınız? “ sorusuna bilge görüşlü bir ihtiyar gülümseyerek;

“ Değişik bir milletiz “ dedi, “ İşler düzgünse ertesi günü bile düşünmeyip, birbirimizi yeriz. İşler karıştıkça ağır ağır uyanmaya başlarız. İyice karışınca da kenetlenip olmayacak işleri başarırız. Bu topları da buraya böyle çıkarttık. Çıkartmadık uçurduk…” der. Yazıyı sizlerin yorumuna bırakırken,

Mutlu ve refah bir Türkiye’ için, “ HAYDİ HERKES KİTAP OKUMAYA” Sloganı ile yazımı noktalıyorum.

Sağlıcakla kalınız…

Ertuğrul Erdoğan
2006 Bursa



YORUMLAR;

Yorumlayan : Ziyaretçi Yorumu Yorumlanan Yazı : Neden Okumuyoruz?
Yorum : Efendim, adım Evgin CABBAR. Ben, Ordu ilinde Türkçe öğretmeni olarak görev yapıyorum. İfadelerim bir şikayet değil, bir isyan da değil, bir istek de değil.Sadece kendi imkanlar dahilinde başarılmış, amacına ulaşılmış çalışmalar bütünüdür. Ülkemizde okuma alışkanlığının ne kadar kötü durumda olduğu bilinmektedir. Ben kendi çabalarımla bir şeyi başardım. Ve kendi yöntemimle… 6. sınıftaki bir öğrencimin bir eğitim-öğretim yılında okuduğu kitap sayısı tam 130`dur.Sınıf ortalaması da 70 civarında. 7. sınıf ve 8. sınıf öğrencilerim de müthiş düzeyde okuyorlar. Tabi bu bir şeylere rağmen yapıldı. Çok büyük problemlerle karşılaştım hala da karşılaşıyorum. Dershane zihniyeti ve sisteme dahil olan, öğrencileri test makinesi haline getiren bu sistem elemanları, her halükarda engel oluyor. Ben ise çocuğu hayata hazırlıyorum. Onları çalışkan ya da tembel diye ayırmadan , hayata hazırlıyorum. Ve benim öğrencilerim kimleri mi biliyor? Başta Cemil Meriç( Kaç 7. sınıf öğrencisi bu isimleri bilebilir veya anlamaya çalışır?) Atilla İlhan, Oktay Sinanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler, Yunus Emre, Mevlana, Baki, Nedim, Sokrates, Platon, İbn-i Haldun, Hallac-ı Mansur, Hegel, Marks, Niçe, Dostoyevski, Hugo ve daha niceleri…. Bu bir başarıdır ve devam edecektir. Bunu Herkesle paylaşmak istiyorum. Uyguladığım bu DİYALEKTİK uygulamayı paylaşmak istiyorum. Yaptığım kısaca şu: Düşünmek, düşünmek, düşündürmek ve düşünenleri göstermek. Amaç sadece okumak değil . Asil olan bu davranışın nihaiyi amacı da asıl olana hizmettir. O da davranışlarına dökmektir. Cemil Meriç`in dediği gibi “Bizde düşünenler yoktur. Düşünenleri, düşünenler çoktur“. Teşekkürler. Eğitimci adayı Evgin CABBAR Aşağıda bahsi geçen uygulama anlatıldığından daha fazla ve ince bir yapıya sahip . Öncelikle onun tasvirini iyi yapmak lazım. Çünkü takdir edersiniz ki mühim bir konu, zor bir konu. Sevgi işi. Kolay değil.Bu konuyu sanal ortama dökerken dahi çok düşündüm. Hangi şartlarda yapıldı ve yapılıyor. Bir defa sistemin dışındayım. Müfredatın dışında olacaksınız. Sadece Türkçe dersi olarak değil. Dersi ders dışı hayatın küçük bir sahnesi olarak düşünmelisiniz.En önemlisi BİLGİYİ SATABİLMELİSİNİZ. Mesela benim 29 yaşında bir edebiyat öğretmeni arkadaşım toplam 1500 kitap okumasına rağmen öğrencilerine bu bilgileri aktaramıyor. Yunus`un Aşk`ın diyalektiğinden Matriks filmindeki diyalektiğe kadarki diyalektiğe ya da Yılmaz Güney`in diyalektiğinden Kemal Sunal`ın diyalektiğine kadarki zincirleme bağıntıları kurabilmek için bir kendi düşünce yapısına ihtiyaç var. Tüm sosyal bilimleri bildiği kadar kullanabilmeli. Üstündeki kıyafetten, havadaki buluta kadar,kırmızı gülün koparılmamasının Yunus`un Gül ile Bülbülü`ne kadar. Ya da palton`un Mağara Benzetmesine oradan Mevlana`ya Oradan Cemil Meriç`in kapandığı odasına oradan sınıfa . çocuklar inanır mısınız dersten çıkmak istemiyorlar. Ve biz aşırı kitap okunmasından dolayı evet yanlış duymadınız aşırı kitap okunmasından dolayı 2 hafta kitap okuma yasağı uyguladık. O sürede kitap okumayı ve amaçlarını anlattık. 7.sınıf öğrencimiz bu dönem tatilinde neler okumuş bakın: Oktay Sinanoğlu`nun “ Bye Bye Türkçe; D.Cüceloğlu`nun “ Savaşçı; Monteigne“ denemeler; H. E. Adıvar`ın “Mor Salkımlı Ev.8. sınıf öğrencileriimden bazıları da Sofi`nin dünyasını okuyorlar ve tartışıyoruz . Yani durum bundan daha fazla. Bu çocuklarla herşeyi konuşuyoruz. Tarih bilincini, dil bilinci, din bilincini, aslında herşeyi. Ama öğretmenlerimizle hayır….. Şurası bir gerçek ki kitap okuma alışkanlığı bir sevgi işidir. içtenlik işidir. Yalnız bu sevginin oluşabilmesi için ön bir akla ve yönlendirilmeye ihtiyaç vardır. Benim yaptığım da zaten bu. Önce teşhis sonra tedavi. Ama salt bir somutlamayla verilemez bunun cevabı. Örneklerini verdim. Mesela öğrenciyi düşündürmekten başlarım. (Bu arada ben de düşünürüm) Şöyle baş parmağımızı yüzük parmağımızla birleştirirsek ortaya pasif mantıkla 2 çıkar değil mi?. Öğrencilerime sorduğumda 2 derler ama öncelikle bu bir parmaktır, değil mi? Öğrenci şaşırır. Çünkü bildiğine inandığı bilgi yanlışlanır. Ya da küçük bir fille büyük bir karıncanın karşılaştırması ya da iyi ya da kötü kavramlarının arasında ne iyi ne kötü kavramının olduğunu örneklere erilmesi. Ya da İstiklal Marşı`mızda geçen “Şafak“ kelimesi 2 defa tekrarlanmıştır ve bu ikisi de farklı şafaklardır. Birisi sabah kızıllığı diğeri akşam kızıllığı yani birisi yıkılan Osmanlı diğeri kurulan Cumhuriyet(Burada Osmanlı kötülenmiyor)`tir.Platon`un Mağara Benzetmesi ise en çok kullandığım argümanlardandır. Bir de şu an rüya görüyor musunuz sorusu. İnsan rüya gördüğünü ne zaman anlar ? Cevap: Uyandığı zaman. Peki siz şimdi rüya görmediğinizi nerden biliyorsunuz?. Ya da “ Sormaz ki bilsin sorsa bilir; bilimez ki sorsun bilse sorar“ İsmet Özel . Ya da tek bir şey biliyorum o da hiçbir şey diyen sokrates gibi ifadeler ki bunlar gibi niceleri mesela kuantum fiziği onların anladığı gibi anlatıldığında ortaya şu çıkıyor. Öğretmenim,bize kitap alın , biz okumak öğrenmek istiyoruz. çünkü bizler gerçekten bilmiyoruz. Yani anlıyor musunuz ben, onların bir şey bilmediklerini sezdiriyorum . Bu arada bu konu hakkında sizlerle çok şey paylaşmak istiyorum. Çünkü bizler Türkçe-Edebiyat öğretmenleri çok önemliyiz. Branşlarımız çok güzel ama bize bu güzellikleri anlatmadılar, bize o kadar gereksiz bilgiler ve kırtasiyeler verdiler ki çoğumuz işimizden soğuduk. Bilenleriniz vardır.Bir, Atilla İlhan`ın Dip Dalga`sı vardı. Onu uygulayacak arkadaşları arıyorum ben. Kavrama dökmeden bir şeyler yapmak. Valla ben, elimden geleni yapıyorum. Sisteme rağmen, Düşünen, düşündüren gençler yetiştiriyorum. Tost ve test çocukları değil. Ama istiyorum ki toplumun temel dinamiklerini hareketlendirelim. Bunun için de benim gibi düşünen arkadaşlara ihtiyaç var. Teşekkürler, saygılar…. Sevgili arkadaşlar, ülkemiz dahilinde düşündüğümüzde bir 6.sııf öğrencisinin130 kitap okuması pek de alışık olmadığımız durumdur .Lakin şöyle düşünmemek lazım; Bu kitaplar nelerdir? Bunlar masal ve hikayelerdir. Tavuk suyuna çorba serisi, Ömer Seyfettin Hikayeleri, Memleket Hikayeleri, Batı edebiyatı ve Doğu edebiyatının seçkin hikayeleri gibi bir çok hikaye kitapları okunmuştur. Ama şimdi ben size desem ki okuduğunuz bir kitabı tam olarak nasıl hazmedersiniz. Ben bile okuduğum kitaptan alacağım şeyler sınırlıdır. Kaldı ki esas amaç okuma alışkanlığı kazandırmak ve kitabı gerçek anlamda tanıtmak ve onu sevdirmek.Bir anlamda onu hayatla ilişkilendirmek. Bu durumda Öğrenci 7. sınıfa geçti mi çoklu zek kuramlarına da bağlı kalarak onu belirli bilişsel ve düşünsel alanlarda yönlendirmek bir mecburiyet haline gelir. 7.sınıfta bu öğrenci başlar romanlara daha sonra ilerleyen zamanlar da psikoloji , tarih, edebiyat ve sanat alanlarıyla ilgili argümanlara. Bu arada ben de onlara değişik türde yönlendirmelere ve anlatılara ve ya slaytlara ya da canlı örnekler yoluyla bu süreçte bulunurum. Kaldı ki ilk yazımda da belirttiğim üzere o kadar da basit değil olsaydı bunları daha önce duyar ve görürdük. Şu an inanır mısınız? Atatürk Üniversitesi, eğitim ve iletişim fakülteleri bu çocukları haber yaptı ve onların bu başarısını basın- yayın aracılığı ile tüm ülkeye yayma gayreti içinde bulunuyor. Anlattıklarımı bir abartı sanmayın. Bunları tabiki sizlerle paylaşacaktım. Bir sporcularla, popçularla ya da mühendislerle değil ya…. saygılarımla… Şöyle devam edeyim: Ben, bu uygulamayı belli bir zamanın ve düşüncenin diyalektiği içinde uyguladım. Dönütlerini fazlasıyla alıyorum.Geçen sene 130 kitap okuyan 7. sınıf öğrencim Burçin GÜLEŞ, şimdilerde Aziz Nesin`in hikayelerinden tutunda Yunus`un Divanından bazı şiirlere kadar, Mevlana`dan hikayelerden, Platon`un diyaloglarına kadar birçok eseri elinden geldiğince okuyor. Sadece okumuyor, aynı zamanda yazıyor ve şiir ezberleyip, onlar hakkında düşünüyor. Bu sadece o öğrenci için değil. Allah`a şükür ki tüm öğrencilerimizde özellikle şu Yunus Emre`yi anma haftasında dahi kendi çalışmaları var. Ayrıca Giresun`un Görele ilçsindeki bir okulda yapılan uygulamaları örnek aldık ve okulun her tarafını rengarenk süsledik. Bir köşeye edebiyatçılarımızı, diğer köşelere Pamuk prenses ve yedi cüceleri, inkilap tarihi konularını, bazı fen bilgisi konularını, felsefecileri, önemli sözleri, çizgi film kahramanlarını,karşılaştırmalı tarih ve edebiyat konularını okulun duvarlarında işledik. Yağmurun oluşum şeklini büyükçe bir duvarda işledik. Özellikle DİYALEKTİĞİ resmettik. Noktalama işaretlerini konuşturduk. daha niceleri. Özel Türkçe sınıfımız var. Projeksiyon sayesinde her an internette araştırma yapabiliyoruz. Aynı sınıfın içinde şark köşesi yaptık. Belirli aralıklarla yöremize ait( yöresel değil) kıyafetlerle bir öğrencimiz semaverde yapılan çayı arkadaşlarına dağıtabiliyor. Bunlar nasıl oldu biliyor musunuz? O, öğrencilere kitap okumanın ne olduğu ya da ne olmadığı anlatılıp, onlara okuma alışkanlığı kazandırıldığı anda büyük bir istek ve arzu sayesinde. Bir de SİSTEMİN DIŞINA ÇIKARAK. Mesela ben plana göre iki ay geriden gidiyorum. Bu arada bunlar bir köy okulunda yapılıyor. Bunları niye anlatıyorum? Sadece PAYLAŞMAK. Umutsuzluğa kapılmamak için… Çünkü mutlaka birşeyler yapılıyor. Tekrar teşekkür ediyorum. Sevgiyle ve duayla kalınız… Yine,Eğitim- öğretim kavramlarını anlatıldığı şekilde değil de ikisinin de ayrı olduğuna son derece dikkat ediyorum. Mesela ben önceliği eğitim olarak belirliyorum. Amacım ise bir eğitimci olabilmek. Kimdir o eğitimci derseniz? Hababam sınıfındaki “Kel Mahmut“ tur. Evi olamayacak kadar veren, okulda yatıp kalkan, sadece ders anlatmayan, dersi dört duvara sıkıştırmayan bir öğretmen. Sistemle taban tabana tersim.Kendi sistemimi uyguluyorum. Çalışkan öğrencilerin fen liselerine ; tembellerinse sözel alanların bulunduğu okullara yönlendirildiği bir sistem benim muhattabım olmaz. Benim yöntemim: Sadece test ve tost çocukları değil. Soran, yaşayan, düşünen, hisseden bireyler yetiştirmektir.Demeyin ki bu herkesin ideali. Problem de bu zaten. Sistemi kabul eden bir öğretmen o sistemin izin verdiği ölçüde bir ideal ortaya koyar.O. Sinanoğlu`nun dediği gibi.“Önce BİLECEKSİN“. Sana ne yapıldığını bileceksin. Bu neden böyle diye bir soracaksın. Bu sistem birileri maddi kazanç sağlasın diye var. Yoksa o eğitimcilik falan filan LAF… Asıl ne ? Amaç ne? Şimdi diyeceksiniz ki hala anlatmıyorsunuz: )) Ama farkında mısınız? Anlatıyorum. Kime? Sana, size, sizlere… Bunu uygulayacaksak önce uygulayana bakacaksınız. Bazı sıkıntıları laf olsun diye sunmyacak. Cesaretle ortaya koyacak. Ne sağ, ne sol, Ne şu ne bu? Tam bir gerçeklik içinde olacak. Öğretmenin yerinin çay ocağı değil de( Bunu öğretmen çay ocağında bulunmaz mı diye algılamayın)öğretmenler odası olduğunu bilecek. Valla diyebilirsiniz ki herkese rest mi çekelim, ters mi olalım? Yerine göre. O kadar çok örnek var ki… Sizler bunları bizzat yaşıyorsunuzdur! Öğretmenler niye böyle diyorlar? Elbette iyi olmayacak. Öğretmenler iyi olursa toplum düzelecek ya. O yüzden tabiki durum vehametini ilelebet koruyacaktır. Ama büyük Atatürk “ Bursa Nutku`nda ne diyor: …Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır demeyeceksin. Ne gerekiyorsa sen yapacaksın… Bir çok öğretmen fen lisesinde okumadığı halde körü körüne bu liseleri öğrencilere tavsiye ederler. Çoklu zekadan bahsederler. Ama sözel zekalı bir öğrenciyi de oraya yollarlar. Mesela benim sözel zekalı bir öğrencim var. Puan olarak bir çok fen lisesni alabiliyor. Amacı sosyla bilimler lisesi. Başka öğretmenlere kalsa Fen lisesine gitmeli. Ben de o zaman şöyle diyorum. “O öğrenci FEN LİSESİNE GİDECEK KADAR TEMBEL DEĞİL“ işte bu ve buna benzer olay ve olguları bilip, anlayıp ona göre yapılacak uygulamalrın başında esas olan OKUMA ALIŞKANLIGI geldiğini görürsünüz. Öğrencilere, DÜŞÜNEN bir öğretmen kadar faydalı hiçbir bir rehberlik yoktur diye düşünüyorum. Gerisi mi? o size kalmış. Mesela HAKKARİ` de bir mataematik öğretmeni arkadaşımız dersindeki problemleri kitapla özdeşleştiriyor. Bir sosyal bilgiler öğretmeni de dersini klasik dersten tamamiyle farklı anlatıyor. Hepsinin ortak özelliği de DÜŞÜNEN insanlar olmaları. Bir de hepsi de CEMİL MERİÇ VE ATİLLA İLHAN OKUYUCULARI. Arkadaşlar, ben öğrencileri düşündürüyorum, herşeyle ilşkilendiriyorum kitabı, hayatı, tecrübeleri, özellikle de Platon. Bu arada bazı arkadaşlar diyor ki bu çocuklar Cemil Meriç’i, İlber Ortaylı`yı, Halil İnalcık`ı anlamaz ki. Ya arkadaşlar okumak var okumak var. Kitap okuma yaşının 2 evet 2 olduğunu biliyor muydunuz! 2 yaşında eline alır onu ağzına sokar. 3 yaşında yırtar. 4 yaşında çizer. 5 yaşında da başlar yavaş yavaş okur. Ben. Cemil Meriç gibi bir düşünürü üniversite 3. de tanırken benim öğrencileri 6. sınıfta biliyor. Bu ne demektir` düşünün. Zorla okumuyorlar, sevgiyle, Yunus ile, Farabi ile, Kırmız gülle okuorlar… Anlatacaklarım bu kadar.Aklınıza sorular gelebilir. Dedim ya amacım hava atmak ve ya reklam yapmak değil. Paylaşmak. Teşekkür ederim.
( Neden Okumuyoruz başlıklı yazı ErtğrulErdoğan tarafından 27.04.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu