Kuzguniliğin ülkemizi sardığı, gözlerimizin çubuk ve koni hücrelerini esir aldığı, yüreklerimizin vurulduğu günlerde karanlıkta yürüyoruz… Hem de kusurlarımızı görmeden, hep bir bahane üreterek, sorunu irdelemeden ve sonucu bulamamanın çaresizliğiyle…
Bazıları yürüdüğü yolun kendince aydınlık olduğunu
zanneder. Oysaki adımları karanlık içinde nereye gittiğini bilmeyen şaşkın
ördekler gibi oradan oraya savrulurlar. Çuvaldızı bilmediklerinden iğnenin de ne
olduğunu bilmez onlar. Onlar ki, Mevlana’nın yüz yıllar önce söylediği, “Öyle adamlar gördüm üstünde elbisesi yok,
öyle elbiseler gördüm içinde adam yok” sözlerini de bilmezler, Hem bilseler
de ne demek istediğini hayatlarında uygulayabilirler mi? Kocaman heyhat!
Adam demiştik, yalnız adam mı? “Adam gibi adam” Çevrenize
bir bakın, görebiliyor musunuz? Yoksa gittikçe azalıyor mu? Yaşını başını almış
ama ona da ‘adam’ diyoruz… Acaba “Adam” unvanını
hak ediyor mu? Yine kocaman heyhat! Adam dedikte, “Okumuşsun ama adam
olamamışsın!” diyen babanın hikâyesini birçoğumuz bilir ama bilmeyenlere bir
kez daha anımsatırken, bu kısadan
hisseyle dolu hikâyenin de kime gideceğini sanırım tahmin etmişsinizdir:
“Çok eskiden bir adamın yaramaz oğlu varmış.
Adam, her yaramazlığında, “Oğlum sen adam olamazsın!” dermiş. Bu sözler oğlunun
çok zoruna gidiyormuş. Yine bir tartışma sonrası alıp başını İstanbul’a gitmiş.
Orada çalışmış, okumuş, imtihanlara girip sonunda kendi şehrine Vali olmuş ve
makamına oturur oturmaz da ilk emrini verir: “Gidin şu köydeki adamı alıp
yanıma getirin” der. Görevliler, valinin istediği adamı apar topar valinin
karşısına dikerler. Koltuğuna gerilerek
elinde sigarasıyla sorar:
“Ben kimim? Beni tanır mısın? Yaşlı
adam:
“Siz Vali efendimizsiniz” demiş.
Vali,
“Ben senin oğlunum! Hani bak iki
sözün birinde bana ‘adam olamazdın’ derdin. Bak işte adam oldum. Hatta vali
bile oldum.” Demiş.
Adam durumu çakar ve oğluna:
“Ben sana vali olamazsın değil, adam
olamazsın demiştim. Yaşlı insanları ayağına çağırmakla ve onların yanında
saygısızca sigara içmek, insanları küçük görmekle adam olamayacağını gösterdin…”
Mesleğinin
baharında TÜBİKAT ödüllü 42 yaşındaki Matematik öğretmenimiz Halil Serkan Öz, Yalova’da görev yaptığı okulunda ders verirken
sınıfına teftişe giren valinin, “Bu saç, sakal ne! Sen ne biçim öğretmensin?
Öğrencilerine böyle mi örnek oluyorsun? Çık dışarı o sakalını kes. İnsanlar
dışarıda görseler dilenci zannedip para verirler!” diye hakarette bulunarak
sınıftan kovmasına içerleyip daha sonra valiyi bu hareketinden dolayı protesto
etmek için katıldığı yürüyüşte kalp krizi sonucu hayatını kaybediyor. Oğluna
yıllarını, emeğini veren ve ülkeye matematikte bir dahi sunan baba ise,
gözyaşları içinde; “Söyleyin Yalova
Valisi’ne, anarşist oğlum öldü! Rahat etsin” siteminde bulunuyor. Şu Yalova
İl olduğunda “Kim takar Yalova Kaymakamını…”
sözü yüzünden kaymakamlar tam rahatlayacağı sırada, şimdide valisiyle gündeme
geldi…
Bu yazım sanırım anekdotlarla anlam kazanacak:
Atatürk’ün yolu bir gün köy okuluna düşer. Tek sınıflı
okulda genç bir öğretmen ders vermektedir. Atatürk sınıfa girince, öğretmen
hemen kürsüsünü terk eder. Atatürk: “Hayır yerinize oturunuz ve dersinize devam
ediniz” der. Eğer izin verirseniz biz de sizden faydalanmak isteriz. Sınıfa
girdiği zaman Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.” Der.
“Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit!”
Yalnız bu öğretmenimiz mi? Kim bilir şu anda kendini
bilmez yöneticilerin davranışları yüzünden kaç çalışanın ruhsal dengeleri
bozulmakta. Kendi hayatlarını bırakın, yakınlarının bile hayatları altüst olmakta. Bu
bezdirme yalnızca çalışan ve yakınlarına mı yansıyor zannediyorsunuz. Ülke
ekonomisi de nasibini olumsuz yönde alıyor. Yöneticilerin bezdirmeleri sonucu,
ruhsal yönden bozulan çalışanlar soluğu hastanelerin psikiyatri servislerinde
alıyor. Raporlar, ilaçlar derken ülkenin sağlık giderleri de katlanırken, iş
gücü kaybı da cabası oluyor.
Aslında birçok yöneticinin iyi bir rehabilitasyondan
geçirilmesi; onlara çalışanlara nasıl eşit davranılacağı, insan kazanma
yöntemleri, çalışandan nasıl verim alınır,
sevgi, insanlık gibi daha birçok konuda seminer verilmesi elzemdir.
Çalışanların
böyle bir durum karşısında susmaları mı gerekiyor? Olup biteni içine mi atmalı
yoksa mücadelesini her platformda vermeli mi?
Tabi ki haklı olduğu durum için mücadelesini sonuna kadar hem
Sendikalarınca (Hakkını koruyan bir Sendika ise ne ala!) Mobbing Derneklerince,
hem de hukuk karşısında vermelidir. Biraz
zaman alacaktır ancak haklı ise davasını mutlaka kazanacaktır. Zaten Anayasa’mızda
bezdirici yani Mobbing konusunda belirgin bir madde bulunmasa da 5’nci madde
de, devletin kişinin temel ve adalet ilkesiyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları sağlamak görevlerinin olduğunu
belirtmiştir. Ayrıca, TCK’nun 96. Maddesinde
de, “Eziyet” bölümü yine mobbing’in konusudur.
Ben
çalışma dönemimde bu konuda hep şunu söylerdim: “Bir yönetici, çalışanını severek işe getiremiyorsa, o iyi bir yönetici
değildir”
Karanlık
demiştik… Tarihte nice kitaplar ve kütüphaneler yakıldı. Şu çağda bile hala tarihin o değerli heykelleri
ve kütüphaneleri yıkılıp, yakılabiliyor. Hep cahil insanlar topluluğu yaratmaktan,
onları kendimize biat ve el avuç açtırmaktan zevk aldık. İnsanlara en güzel elbise olan özgürlük ve demokrasiyi
çok gördük. Yasaklarla ideolojimizi
pekiştirmeye çalıştık. Kimi zaman internete kimi zamanda gazete yönetimlerine
baskı kurduk. İnsanların haber alma özgürlüklerini çaldık. Evet, medyaya
baktığımızda hepsi dağınık… Kimisi iktidardan yana kimisi de onlara muhalif…
Ekranlarda ve sayfalarda bir kirliliktir gidiyor. Kapalı kapılar ardında tezgâhlanan
kirli oyunlar gazetelerin manşetlerinde servis edilerek insanlar kandırılıyor.
Ünlü
düşünür ve politikacı Dante “Her
karanlığın içinde bir aydınlık, her aydınlığın içinde bir karanlık vardır. Her
karanlık döneme son verecek bir aydınlık o karanlığın içinde zamanı geldiğinde
ortaya çıkmayı bekler.” Derken,
Seçime girdiğimiz şu günlerde kim bilir daha neler neler
göreceğiz!
Ama şafak her zaman karanlıktan doğarmış!
Ertuğrul Erdoğan
Nisan 2015 Bursa