Mahcup bir renkti ıssızlığım bense mağdur bir mevsim konuşlu olduğum göğün sevdası ile doluydu içim dışım.

Acının ve hüznün dışa vurumu idi şiir bense kıblemde tek ayaküstünde sevebildiğim kadar âlemi…

Alametifarikası ölenlerin ardından put kesilmiş kaleminden kan damlarken ucundan…

Ucu bucağı yoktu duyguların s/onsuzluğa namzet bir hüzün.

Hazana duyduğum özlem ve tavaf ettiğim yerin ulağı göğün uleması ve öylesine bir servet saklıydı ki içimde kâh semiren kâh kendinden firar eden boykot ettiğim kadar karanlığı bodoslama daldığım gün ışığı elbet tek servetim duygular müptelası olduğum var oluşun kayrasında müdavimi olduğum yokluğun verdiği hazla sular seller gibi sevebilirken büyük bir hazla yazdığım…

Ve yandığım.

Ve yağdığım oysaki ben sadece bir tek damlaydım lakin içime sığdırabildiğim sağanağın ve şelalelerin ruhunda saklı sessizliğimi duyurabildiğim kadar Rabbime…

‘’Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslında bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. Şimdi her satırı, “bu satırı da neden yazdım?” diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum.’’(Oğuz Atay)

Bir gülüşün hatırına tüm isyanım:

Sadece revnak bir gülüş bense reçinesinde yalnızlığın kâh göğe konuyorum kâh yerin altına geçiyorum ıssızlığın da merhalesidir hani bir sözcükten diğerine sektiğim ve el, el üstünde elden gelecek her acıyı her sitayişi her kötülüğü nasıl sindirebileceğimi düşünüyorum ve sinmediğim kadar bu kaosta sığamadığım kadar da bedenime sağaltıyorum tüm hüznümü sadık kulu iken yüce Rabbin sağdıcım olan kalemle istişare ediyorum ve uğradığım tüm yenilgilerimi yarınlarıma mal edip yeni hayallere mahal vermesi adına ruhumu diri tutuyorum.

Her renk mubahtır nezdimde ki karanlığın haznesinde beyaz iken haiz olduğum tek hazine…

Öykündüğüm göçmen kuşlara ihanet edip kanatlarımı dibinden kesiyorum ve ne zaman bir şiire tekabül etsem biliyorum ki beni yazan şair illa ki kırpacak bedenimi ve saçlarımı ve beni savuracak gök kubbeye bir yıldız vasfıyla aralıksız kayacağım aralıksız kendimi saklayacağım aralıksız da hüznümü aklayacağım.

Akça pakça teninde göğün alt edemediğim kadar bunca sıkıntıyı sadece pembeleşen sözcüklerimden medet umuyorum ve elit bir acıda yokluğa karışıyorum.

Yazarın da dem vurduğu üzere:

Muktedir değilim hiçbir şeye vasfımsa vasıflarımdan beni arındıran insanların gözünde neye denk düştüğümü de bilmez halde sadece bir arpa boyu yol alıp aralıksız kendimi arpa ambarında görüp gördüklerimden de ders almadığım gibi sadece kendimi hırpalıyorum ve esen haydut rüzgâr hudutlarımı aşıp istişare ediyor içimdeki yetim çocukla ve mahzun gülüşümden arda kalan ne ise ait olduğum Varlığa geri dönmek adına defalarca b/ölüyorum yorgunluğumda asılı sözcüklerden de kendime yarattığım cennetin hayali ile yazıyorum.

‘’Bu satırı neden yazdım?’’

Öncemden bağımsız bu cümleye düştü mü yolum tereddüt etmeden siliyorum yazdıklarımı gel gör ki yazmadan da duramıyorum en azından yazgımı kabullenmenin de bir göstergesi iken yazma eylemi acının ve hüznün rüştünü ispatlıyorum çalakalem yaşadığım hayatımın öyküsüne de eşlik etsin diye şiirlerim…

 

 


( Bu Satırı Neden Yazdım... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 12.11.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu