Duyguların skalası içtenliğin kelamı
arz edildiği sürece.
Baharı güdüleyen kış güneşi açığa
alınsa da sıcaklığı iklimin vazgeçilmezi neşesi.
O devasa soyut rahle tünediği
mevsimin şairin türediği gölgesinden uzak yalnızlığa tutsak her aldatı bir
şiire alıntı mahiyetinde nükseden sözcük dolu sandık aşkın laneti sevginin
lahiti semiren hüzün besisi yüreğin bir karede saklı oysaki ölüm vadeden sapmayan
bazen doz aşımı bir hüzün seyyah yüreğin mealinde seker hece hece yâd ettiği
yalnızlığını daim kılmak adına.
Anlamsızlığa büründü işte hayat
boydan boya serili duygular şivesi hüznün şiarı ömrün şair kimliği ile çelişen
varlık katsayısında saklı şairin hiçliği, sarmalında evrenin kâh sarkıt kâh
dikit misali sözcükler saplandığı kadar yüreğe taşkınlara mahal veren kalemin
diklemesine canını yaktığı kâğıtta saklı olup biten neyse şairin hayatında.
Hangar duygu yüklü.
Halden de anlamaz iken bir Allah’ın kulu…
İç güveysinden hallice o metruk
gezegen ki hınca hınç dolu güftesi kâfirin zulme müsait bir zincir mazlumun
yarası şairin yaması aşkla eşleşen ömrün vebali boynuna yalnızlığın.
Kükreyen göğün divası bulutlar bazen
bir sarkaç mahiyetinde umuda dair ne varsa terk etti işte şehri ve şairi.
Hasılası dünün havsaladan taşan.
Fasılası yüreğin kürediği kadar kalem
künyesi şairin haiz olmadığı bir mahlas içre yolculuğun da dönüm noktası iken
kaderin sunumu.
Bir beyit kadar kısa oysaki hayat.
Bayat ekmek tadında şiir şair bandığı
kadar kalemi çayın demine derdini tasasını yok bildiği elbet yazdığı her
karede.
Çalgı çengi kayıplarda.
Göğün verdiği muhtıra ve saf tuttuğu
kadar sözcükler kayıtlarda.
İzahı yok o çetelenin.
İbaresi hiç yok göğün.
İzdihamı yerkürenin.
İhlaslı yüreğin iz düşümü artık neye
mahal verirse bunca hüzün.
Hünkârı evrenin ve taşkınları kâfirin
bandrolü olmayan bir mal gibi kimliğini sorgulayan hayat gibi.
Kefen bezi mahiyetinde beyaz sayfa
masum sevdanın çağırtısı.
Mazlum yüreklerin bekası.
Hazandan arda kalan bir gün Aralığın
beşiğinde salınan.
Yazdan da kesti mi ümidini insan
bahar ve mutluluk kimin umurunda?
Zanlar dolu yer gök.
Zarfa tıkılmış nice mektup nice şiir
postaya verilmeyi unutulmuş gün ışığı pastel tonlarında acının nükseden bir çağrı
yeltendiği kadar şairin içinden taşan zikri eşleştiği kadar fikriyle emsalsiz
bir yolculuk bahşedilen yeter ki razı olsun yüce Rabbi.
Soluksuz bir gülüş terk edilmiş bir
coğrafya adeta.
Zehir zemberek yeryüzü uçuşan
yaprakların zar zor duyulur nidası şair ki:
Zimmetli olduğu kadar hayata.
Şair ki:
Düşmeyen acılar iki yakasında saklı
şehir nasıl ki uleması duyguların döngüde saklı keramet bir bilinmeze gark eden
o isyan o istem içini aralıksız delik deşik eden.
Yenilmişliğimin yankısıydı ruhumdan
sızan sızının sıra dışı ikliminde kayıp bir özneydim de gizil bir tetikleyicisi
varken iflah olmaz kalemimin ve kale duvarlarına astım ben aşkı ve sevgiyi ve
Tanrıyı ve ölü şahikayı…
Bir ölü aşk idim öncemde.
Bir b/ölü ikinin de aşka ve
kimsesizliğe denk düştüğü bir iklim mertebesinde tek dayanağım Yaratan tek
ağacım asılı kaldığım yalnızlığın kırbacı ruhumdaki taşkınlara sebebiyet veren
aşkın dinmez iken nazı niyazı.
Ve evet, şarlatandır benim gölgem
varlığıma hiçlik sunan binlerce denklemin nezdinde dize dize büyüttüm ben
acılarımı dizlerimi dövdüm öncemde şimdi ise dizelerimi ve kanadığı kadar her
birinin yazarak kabuk tutuyor yaralarım.
Yamalı mimarisiyim de gezegenin ve
bir o kadar delişmen esen rüzgârım ben: yaşamın menkıbesi methiyeler
yazdığımdır sevgi ve şiir ve ikbalim ve şüheda mazim ve anda saklı bir iklim
gibi ikilem yüklü gecenin Mihriban’ı başımı yasladığım aşkın hümayunu ve günüm
ve gecen hüzün dolu ki t/aşkın bir ırmağım ben çalan şarkıların nezdinde şelale
misali doluyum yağmur gibi de yağar duygularım ve bir Allah’ın kulunun dahi
duymadığı o gürültülü sessizliğim ve yalnızlığım ve işte beni yaşatan Ulu
Çınarım…
Başımı yasladığım kalemin nezdinde
satırlarda yatar kalkarım…
Sabahın salavat getirdiği o saatte
kalkarım ve aşk dolu mizacım bir o kadar kırılgan meşk eylediğimse küskün
kalemim nasıl da somurtuk günlerdir bir kıtada kaybolduğum yetmez okyanuslara
denk düştüğüm yetmez yerin göğün tek Sahibi ve işte duyduğum İlahi Aşkın Mimarı
indinde yanan ateşin ben sadece tek bir kıvılcımdan doğdum ve o tek kıvılcımla
yazarım yanarım yâdımda saklı anılarım anbean çiçekler gibi kâh açar kâh
solarım…
Bir mizansense yaşamak.
Bir redifse ölüm.
Gizil bir tehlike iken kalem.
Yazgım ve yâdım ve yalnızlığım ve
kırgın gönlüm alt ettiğim kadar iblisi ben bir ömür sadece meleklere öykündüm
ve öldürdüğüm kadar nefsimi çocuk yaşımda bağdaş kurduğum bu ş/aşkın yaşımda
yasımla ç/ağlarım ve gülerim ve sınandığım kadar şükrederim sıvadığım kadar
kollarını kalemin nükseder benim acılarım tümden gelen duygularım ve mazim ve ikbalim
satırlardan da taşar hem coşkum hem neşem izafi bir eksende kayarım ve
evrelerinde hayatın kâh ölür kâh doğarım…
Ah, içimde saklı o izdiham.
Köhne bir mimari iken gizem ve
peşindeyim ben kendimin bir o kadar uzağımda kendimin tuzak bellediğim kadar iklimi
kalemle sekerim kalender ruhumda yatıya kalır hecelerim ve gün ışığında
saklıdır kimi zaman karanlığım ve geceyi deler geçer gözlerim gaipten gelen
ışıkla ve umutla bir bilinmeze gark ederim ki ve tek bilindik duygumdur İlahi
Aşk, şeceremde saklı bir sır küpü olsa da haletiruhiyem ben kaybolduğum kadar
yazarım ve yazdığım kadar bulurum kendimi en çok da kendimi ve mutluluğu
kendimden men edemediğim…