Hangi düş yanık kokar, söyle hafız?

Hangi hüsrandır dün menşeli hangi yakuttan sevdadır sevmeye dair bir yüklem bir emir kipi ve işte gizil hanemde saklandığım kadar gözümden sakındığım hangi sevdiğimdir bazen bir name bazen bir nida bazense esen rüzgâra kafa tutan hele ki bir de dalından düşmüşse yeşeren yaprak…

Şimdi tescilli.

Yarınım temkinli.

Yâdımda saklı o teselli ve şüheda mazimde saklı o tecelli boyut değiştirdiğim gecenin boy farkı da azımsanmayacak olduğu kadar gün yüzlü bir sevgi bir ilahi peşinen sevdiğimin de ertesi peşrevinde sevginin bir perçem iken yağan karın iniltisi ve işte yalnızlığın da peçesinde saklı iken hem hüzün hem gizem…

Muhalif bir düş g/ördüm:

Tam teşekküllü idi gerçekler bir o kadar sıralanan gerekçeler.

Azığım yok.

Sancım çok.

Arşı alaya çıkan bir boşluk öncesinde kardığım hoşluk ve içimin çetelesi bir o kadar direncim iken sınanan ve şerh düşülesi her duyguya t/av olmadığım kadar şiarım iken sessizlik yeter ki kabul göreyim Allah katında…

Renkli bir gülüş:

Şüheda sevinçlerimin izini sürdüğüm o dev/asa ateş.

Hazır ol da bir emir eri iken ipekten teninde kalemin dinmeyen yangının da öncüsüyüm:

Ötelenmiş bir şarkı belki.

Ya da nakaratı unutulmuş bir şiirin diken diken yüzü:

Başını b/ağladığım imgelerden fırsat bulursam bir şiir daha dikmeliyim toprağa ve söküp de kökünü fısıldamalıyım Tanrıya ve ilham perime de yağdırırken yüreğimi yağmalanmış bir tapınak misali kalemin ve yüreğin mabedinde büyümeli büyütmeliyim sevgiyi.

Tansiyonu düşmeyen duygularım ve kronik hüznüm:

Önceme meylettiğimde akut bir histen çıkıp da yola ölümle eşleşen iç sesimden de yok iken ötesi.

Miyop bir gölgeyim gözlüğümün camında büyüyen resimler misali.

Yakını seçsem ne ki seçilmediğim takdirde eğecek mi başım göğe?

Bir seçim arifesinde soluduğum havayı içimde saklı tutup yalancı kış güneşine de verip veriştirdiğim kadar mıyım aslında bir avuç kum misali yüreğimin kum saatinden arda kalan bir taş parçası da ansızın tıkamışken yolumu ve işte yüz görümü sevinçlerim ve işte beşi bir yerde mutsuzluğum öğün atladığım kaçamak bir sofradan aşırdığım bir dilim ekmeğe talim ettiğim soğanı kırıp ruhumu rendelediğim.

Şakıyan ruhuma da takılmasın hiç kimse.

Akmayan çeşmede unutulmuş boş bir şişeyim belki de bodoslama içtiğim galonlarca duygu ile oynadığım körebeyi sonlandıracak olan mıdır yoksa ölüm meleği?

Bir hengâme içimde büyüttüğüm.

Bir hezimet aşkın aksayan ayakları takılı bir rehavet.

Acımla başım dik açmadığım kadar da kara kutuyu o minval ki sektiğim kadar her heceyi savurduğum yarım yamalak bir şarkı tutturduğum ve güneşin sıcaklığında eriyen buz gibi yüreğimin d/ağlandığı gün ve gece geri püskürtülen duygularımın da bozuk ibresinde o bozuk saat bile günde iki defa doğru zamanı gösterirken sahiden doğru mudur ruhumun kum saatinde şerh düşülmüş olsa bile ölüm saatim mubah mıdır ayrı kaldığım?

Ölümü gör, hafız az daha vaktim varsa bir de önümü gör.

Yaklaşan sondan mı medet umacağım yoksa biten günden mi yitik ruhumdaki sancıyı dindirecek olansa sadece İlahi Çağrı: bir güne meylettiğim nasıl ki yarınların ikbalidir ruhumu dingin tutan bir de ölüme meylettiğim frapan bir sözcükten yana iken derdim tasam.

Ve işte o sihirli kelime: hani, arayışında olduğum!

Ve sen, hafız, kelamın yitiminde aldığım selamında huzuru bulduğum ki her dem de huzurundayım Tanrının:

Ne öncem vuku bulan ne sonram arda kalan.

Bir imleç olabilirim gayri ihtiyari seğiren gözlerimdeki kıvılcımlardan ördüğüm gün ışığı misali.

İrdeleyeceğim bir duygu belki de bekleyişinde olduğum bir aldatı da olmadığı kadar hayat bir alıntıdan fazlasıdır şiirlerimin çatısında fink atan gölgelerden mustarip ve kaderin b/eşiğinde uyuya kalmış çocukluğum misali kâh bir öğreti dillendirdiğim kâh bir özne biçimlendirdiğim.

Asla astarı yok hem söylencelerin:

Kader öylesine bir kara kutu ki.

Kodladığım bir mahlas mı yoksa unutulmuşluğumda saklı?

Kayda geçmemiş bir duygu bir fısıltı bir hayal medet umduğum gün ışığından da yok iken ötesi…

Kümülatif bir duygu olabilirdim öncemdeki sesin sessizliğine vakıf olduğum kadar.

Öznesi yitik bir cümle daha arz edebilirdim eğer ki kendimi bulmamış olsaydım.

Bir bulantı.

Bir göz seğirmesi.

Bir aldatı ve de şapkamı çıkardığım yalnızlığın keten tohumunda büyüyen hüznün yıkık duvarları.

Sözcüklerim kimi zaman kekelerken.

İmgelerimse kaybolmaya müsait.

Göğsümdeki teri alnımdaki masumiyeti ve sözcüklerin cebbar yüreğinde saklı tuttuğum kadar çocuksu bir sevgiyi sunarken âleme…

Alametifarikası olsam ne ki hayatın?

Diklemesine sapladığım o kör bıçağın delik deşik ettiği bir yaradan akan irin gibi kan gibi günahımı sonlandırsın diye Tanrı bir kaşık suda kendimi boğabilirdim.

Yitik bir gün gibi mecalsiz kaldığım.

Yatıya kalmış hüzün gibi ruhumun misafiri.

Ocağın altını her kısmayı unuttuğumda yaktığım kadar da yemeğin dibini ve işte dibi gördüğüm ve son zerreme kadar dökmüşken yüreğimin kumunu sahi az daha zaman tanır mıydı bana Tanrı bir kum saatinin zarafeti ile s/üzüldüğüm kadar rengim kaçık bozguna uğradığımın ertesi düşe kalka yürüdüğüm yoldaki onca toz toprak mıydı sadece önümü kesen endamı yitik bir günde arkamı da kollarken melekler…

 

 

 

 


( Ölümü Gör Hafız... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 2/12/2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.