Yeni bir öykü
derledim ben hayatı tahakküm altında geçtiği ne ki ömrün semada saklı bir
yıldız da olmanın ötesinde saklıdır benim yazılası yüzlerce öyküm…
Bir örüntü iken
hayat düşmeye gör sen!
Bir görüntü
iken beden ve çehre gözünden düşmeye gör sen!
İçine düşülesi
bir aşk mademki sevap işlediğim mademki bir tuzak mahiyetindedir hayat, kaderin
derlediği.
Hicap yüklü
yerkürenin…
Hazan yüklü
ruhumda ilerleyen trenin…
Ve işte imdat
frenine bastığım kadar yalnızlığın imbatlarla örülü bir şafaktır yolunu
gözlediğim.
Göğsümdeki
yangından da öte.
Göze aldığım
bunca vazgeçiş belli ki sürdüğüm yalnızlık bir töre misali girmişken kanıma bir
güdü misali iç sesimin delişmen rüzgârında askıntı bir hüzün ve işte meylettiğim
yarınlara kavuşmanın öyküsü öncemde derlediğim ne ise yüreğimin dibine de çöken
o tortu.
Bir öyküm vardı öncesinde ama sıradan değildi
öykündüğüm.
Bir resimdi ruhumdaki izlekte saklı kalemle
çoğaldığım çoğalttığım gözyaşı.
Ve o ebemkuşağı çocuk gelinin beline dolanmış
iken.
Ve işte karanlığın zifti ve zikri bir renkten
değil kara bir örtüden ibaret iken cihan.
Döngünün rahmeti.
Bir dingin ruha duyduğum özlem.
Dirilen bir ceset gibi ve işte külümdeki
hüsranla açtığım yediveren güllerin öyküsü ruhum aralıksız kanarken
kanatılırken diken diken.
Dik alası acının.
Dilemması sevdanın.
Direttiğim.
Direndiğim.
Dirayetimde soluklandığım.
İçtimada yaşadığım doğrudur tekil hanemde
çoğalan hüzünle hemhal.
Tayin olduğum bir makamsa eğer ki hiçliğin
sarmalında yeşeren yaşaran gözlerim ve o izdiham ki içimde saklı o hengâmeden
ve yangından ilk kurtardığım iken taşıdığım kimlik ve sevgi ve umudun ferinde
takılı gözlerimle ışıyan yüreğimden sökün eden fevri duygularım.
İstila edilmişken cihan.
Hicreti dünün ve de.
Havsalamdan taşan ne var ne yok ölümle
sınandığım ölümüne sevdiğim ve ölümsüzlüğü çağrıştıran vasiyetimden de bir
sayfadır sadece bu yazdıklarım.
Çağrıştırdığı kadar ilhamın…
Sözüm ona çağ atlayan da cihanın…
Çağdan çağa büyüyen bir zulüm iken de beşerin
imtihanı ve mazlumun yüreğine dokunmaktır benimkisi nerede bir boynu bükük
görsem gözlerimle tararım yüreğini ve tayin edildiğim kadar da bu coğrafyadan
dahi firar ederim çünkü ben gizim çünkü ben gizilim çünkü ben tekim çünkü ben
yalnızım ve kimsesizliğimle racon kestiğimdir içimden taşan insan seli insan
sevgi ve Rabbime ulaşmanın verdiği huzur ve tanıklıkla şerh düşüyorum işte güne
ve işte şiar edindiğim kadar sevgiyi koşullu koşulsuz bir yaşamdan ölüme uzanıyor
elim ve yüreğim.
Kimyamdaki bu devinim.
Ruhumun da firarı dinmez iken.
İklimlerden bir diğerine seken bir kuş misali…
Boyumu aşan dalgalara kafa tuttuğumdur da
doğrudur ve de doğru tektir sadece bir tanedir:
Kutsalıma dokunamaz hiç kimse:
Ne ruhuma ne kutsal kitabıma ne de ufkuma.
Uğruna mücadele verdiğim bu sonsuzluğun izinde
saklı tutulası içimdeki o servetle varsın muştalasın beni cihan varsın ötelesin
beni ahvalim varsın kurda kuşa yem etsinler lakin korunduğum kadar da büyüktür
maneviyatım ve büyümeyi reddettiğim kadar da bin yaşında bir çocuk gibi annemin
eteğine yapıştığım günlerin özlemi ile anne sevgimde çağlayan ümit ve itikat
ile elbet ben de ereceğim bir gün o meçhul nihayete ama öncesinde hidayeti
çağrıştıran bu tutkuyla iman gücümle sadece sözcüklerimi seriyorum ayaklarının
altına cihanın ve devamı da gelecektir, sevgili Ömür Hanım.
Şairin güz konuşmasından esinlendiğim kadar
bir sonsuzluğun coşkusu ve ruhudur sana seslenişim…
Bir güne sığar mı hiç benim öykülerim?
Ve bir sonraki öykümde buluşana değin, Ömür
Hanım ömrün çok olsun ömrü de çok olsun kalemimin nasıl ki kâinatın çağrısında
yukarı çıkarken sevgini çıtası…