Eklem yerleri dökülen ve döküntüleri
dünde kalan şiirler biriktirdim ölümün güncesinde:
Öncesinde ölümsüzlüğe öykündüğüm idi
kurduğum düşlerim ve içine düşülesi o sabık aşk, sabırla ve inatla sevdiğim
yetmezmiş gibi diklendiğim ve diklemesine saplamışken pergeli bakir bir A4 kâğıdına
bazen bir imlecin tedirginliğinde bazense öksüz bir imgenin nezdinde soyuttan
somuta dönüşen bir rotada diskalifiye olsam bile hayat denen o uzun yolculukta.
Uzandım.
Uzamında hayatın duyguları resme
dönüştürdüm ve tek çizebildiğim iken Cin Ali, cin gibi gözlerinde gördüğüm o üç
harfliler bazen bir yasanın boyunduruğunda yaş aldığım kadar yaslandığım beyaz
teninde aşkın salkım saçak duygular idi pervasızlığımın rabıtası ve aşka aş
eren ardıç kuşu ve işte alfabenin flörtüz harfleri ki her biri kibirli bazen
verdiğim dev/asa bir Es, esneyen yüreğimde sözüm ona açan güller ve işte
hayatın hakkını vermek adına baş koyduğum Hakkın yolunda hiç olmadığım kadar da
oyalanmışken öncesinde.
Düş teknem.
Sevgi tekkem.
Sevecen ve de kayıp iken o zümre.
Aşkın Zühre’si sözcüklerin saplantılı
lehçesi.
Köpüren göğün kararan yerin birbirine
ihaneti ve birbiri ile yer değiştirdiği…
Yerim yok iken ve de yurdu yok iken
içimdeki öksüz mevsimin titrine bandığım:
Kâh aşk kâh elem.
Yandığımdan da öte yakardığım
yetmezmiş gibi aşka yarı yolda kaldığım akabinde yuhalandığım ve işte devasa
evrenin münferit hecesi, her yola koyulduğumda önce:
Gam yüklü…
Aşk dolu.
Cin gibi.
Sol yakasında şehrin sağdıcı iken de
şairin sağlamasını yaptığım bir hesabın rölantiye aldığı iç sesim ki…
Öncemde sayılarla oynadığım sonramda
kelimeleri dinamitle ovaladığım ve işte ansızın infilak eden bir şiirin bazen
bir nesre olan tutkusu ve neşrinde yeni günün umudun saklı türküsü.
Maviden mintanı mevsimin.
Baharın habercisi cemrelerin
diklendiği soğuk rüzgârın esintisi denizin dalgalarında can bulan balıkların
balık hafızasında yan yatan midyeler ve beis yüklü tekneler.
Horasan tepesi.
Sarp Sındığı savaşı.
Arzı endam eden umudun sertifikası ve
çalınmış hayaller çeşmesi.
Sandık dolusu naftalin kokulu anı.
Sandukamda saklı iken kefen bezim.
İstirham ettiğim sevginin güftesi.
Beyitler aştığım bentlerle savaştığım
bet sesli iblisin lanetinden uzak aşka yakın ve meleklere öykünen seferi
yalnızlığım, saf varlığım safiyet yüklü bir minvalde af dilerken Tanrıdan
patavatsız sözcükler bulvarında patlak gözlü kurbağanın temkinli sıçrayışları…
D/işlek bir hüzündü adeta yalnızlığın
muhtevasında saklı sinesine de yakın duran aşkın kucaklarken insan ve Tanrı.
Göğün katmanlarında açan çiçekler
misali yüreğin damga vurduğu hayallerin sönmeyen feri ve tabanları yanan gün
ışığı gece ise meczup bir iklim gibi belki de ölümü yakın belleyen o kapı gibi
bazense dört duvar yaşamak ve işte ruhun tavafı ile kâinatı feraha çıktı mı da
yürek gün ışığına ve İlahi Aşka teslimiyeti ile savsakladığı kadar kötülüğü ve
zalim benliklerden kaçabildiği kadar uzağa…
Tuzağına düşmemek adına nefsin.
Turlanan bir eksen ki varsın olsun
aldığın son nefesin bir adım sonrası ölüme meyletse de bazen hayatın rotası.
Nükseden her duygu.
Şiirin nakşı ile mazinin de üstü
örtülü oldu mu na’şı…
Müridi huzurun yolgeçen hanıymışçasına
duyguların cirit attığı kadar yalnızlığın da üstünde tüten dumanı ve işte baş
koyduğumuz kadar umuda tekeri kırık bir şiirden dahi inşa edebilirken cenneti
hele ki cinnetten öte andaki mevcudiyeti ile insanın, ruhuna ve umuduna da ekti
mi sevginin her zerresini…
Mahşeri kalabalığın münzevi sesinde.
Makberin varsın olsun çağıran
sesinde…
Hele ki şair, ses etmeden sevdi mi…
Aşkın uleması.
Sözcüklerin rotası.
Kalem nasıl ki sonsuzluğun ulağı ve
cezbeden bir rengin çağrısı karanlığı bile delmek mümkün aydın ruhun gönül
tezgâhına serili ufkun ve duyguların nüansı.
Aşkın mucidi sevdanın müridi ve her
ne hikmetse yüreğin o dev/asa parantezinde saklı s/onsuzluğun izinde şerh
düşülesi her duygunun meali iken şiirin sağalttığı yaşın da yasın da uzamında
ve işte ansızın hâsıl olacak o mucize…
İklimler devirdi şair ikiletmeden
severken…
Hınca hınç sözcüklerin yâdında saklı
bir teselli bir anı ve işte andaki mevcudiyeti kâh imgeler kâh şiir bir
başkaldırı…
Başat duygular hazzın seyrinde haizi
olduğu kadar insan, sevginin deminde kıtlama yaparken ömrü kıt kanaat
sevenlerden ayrı bir yolda kıtlıktan çıkmışçasına seviyor ve yazıyor
olabilmenin de yüzü suyuna hürmeten o sapılası kavşak ve sadık bir gülüm/seme
bahşederken yüce Huda inanan her kuluna ne de olsa aşkla erecekti o tepedeki
buluta semanın seyrinde sefasını sürebildiği kadar yaşamın tininde saklı iken
umut ve sevgi.
Çığlıkların kısık sesi bir ç/ağrı…
Fısıltının dahi kulağına gittiği
Sağır Sultan değil mi ki dostların saf tuttuğu kıblesinde gönlün kıymete bindi
mi de ömrün sefasını sürmenin meali kâh döngüde saklı muradı kâh ışığın
sönmeyen feri ve aşkın idamesi döngüden süzülen bir hayal gibi muradını saklı
tutarken kul, yüreğinde.
Tekbir getiren düş iklimi bir de
haletiruhiyesi yazgının şairinse ana menüsü sevgi ve yazı.
Yâdında dünün tecelli ettiği kadar
teselli babında kâh nakkaş kâh şair kâh evlat kâh derviş ve işte mealinde
saklıdır da bir o kadar hiçlik…
Göğün kayıp tıpası arşı alaya çıkan
coşku ve hüzün en de olsa devrik bir padişahtır kalem devinen aşkla devirdiği
putlardan de öte her pot kırdığında yürek ve işte karartılardan sonrası
gölgelerin nüktesi en çok da sessizliğin kırdığı direnç ve kırılgan bir kalpten
dökülenler her ne kadar olmasa da revaçta ve işte insanların derdest ettiği bir
tapınak misali şairin düşmezken kalesi şairin düşmezken elinden kalemi…
Öylesine bir ziynetken aşk.
Hulasası duyguların ve aşkın en
coşkun ve kavuşulası Mertebesi elbet İlahi Aşkın Dergâhı göğün de tutamağı iken
ansızın şairin hâsıl olan kanatları dibi görmekten de öte iken kalem
uzaklaşırken şairin yüreğinden ve kalesinden kaile alınmadığı kadar hayatta
kalıbını basmak çok mu zordur hani aşka ve yazmaya?