‘’Dile dökülemeyen hisler tozlu gönül raflarında yıllanmış.
Yıllanmış ama eskimemiş.
Farkına varmalıydım hislerimin eskimemiş
olduğunun. Bu farkındalık acı vermemeliydi bana. Belki de gidilmemiş
yollara sefere çıkmaya sebep olacaktı kim bilir. Burkulmuş yüreklere
dokunacaktım bilinmeyen diyarlarda. Yaşamak yâr olacaktı bana. Gittiğim
yerlerde gökyüzünü içime dolduracaktım, saklayacaktım onu en derinde. Derinlik
kuyulara has olmamalıydı gönül gözünde bulabilmeliydim derinliği.’’(Alıntı)
Hayallere mazhar:
Ya, ben?
Zaman ve mekân özürlü bir düş’ üm ben; seyyah imgelerden
başımı kaldıramadığım ne ki kendime varamadığım uzak bir yakasındayım meczup
şehrin ve şiirsel d/okunuşların ta içinde.
Eşleştiğimdir mevsim.
Ruh ikizimse sevdalı şehir.
Ne Pierre Loti ne de içimde istifli düş sepeti ve işte
kirlileri biriktirdiğim semanın beyazlığında kıpır kıpır iken de içim için için
yandığım şiirin teyakkuzunda bodoslama sevdiğim varsa yoksa tek nesrim tek
şerhim şirazesi kaymış hayallerin bağ bozumu elbet üzümü yediğim elbet sorduğum
bağın bahçenin müdavimi iken içimde melun mahzun seken o kuş:
Kurşun ağırlığında göğün altında eziliyorum.
Basmakalıp aşklardan uzağım.
Basmadan eteğim dünde kaldı ve çocuk neşem ve sevincim.
Bir tohum ekmeliyim yeni güne.
O tohum yeşermeli öğlene değin.
Sarpa saran hayalleri gerçek kılmak adına elime de aldım mı
kalemi…
Ve hayallerimin ve öğrenci senelerimin başımdan düşmeyen
kepi.
Bir iksirdir ruhumun alt geçidi.
Şaibeli bir isyandır peşimdeki zebani.
Şirrettir kimi insan şirin gözüken gözüme akabinde gözümden
düşen de nice yaşın eşliğinde sonsuzluğa uğurladığım.
Kemale geç erdim.
Kelamı da yitiktir eşrafımın.
Ah, be hafız bir selamı da çok gördüler mi insana?
Selamı sabahı kesen mi istersin yoksa yüreğimi siper ettiğim
elzem bir hüzün bir dokunuş mu ve işte yüreğimi kaskatı eyleyenler haybeden
sevenler sevmediği gibi sevmemi de engel görenler.
Zaman ve mekân özürlü hayallerimle geldim huzuruna, hafız:
Huzmesi aşkın ve şivesi yitik sözcüklerin endamında kayboldum
ben vakti zamanında kendimi unuttuğum okul sıralarında:
Önce nöbetçi öğrenci oldum ömrün ilk çeyreğinde ve
yetinmedim:
Nöbetçi öğretmen oldum dolaştım İstanbul okullarını bir bir
ve daha çok sevdim seveli çocukları ve kendimi yine yetmedi.
Nöbetçi asker oldum.
Nöbetçi mahkûm zindan eylenmiş yüreğimde nöbetçi âşık.
Nöbete kaldığım hayallerde bazen üşüdüm bazen eridim.
Emir eri oldum nihayetinde kalemin:
Kalem bana, yaz, dedi diyeli…
Yazması aşk.
Yontusu düş.
Kibar Feyzo alımlı bir masal.
İncir çekirdeğinde saklı kavgalar.
Ömrün surlarına serilmiş sırlı aynalar.
Künyem altın.
Altındı mademki bileziğim ama yetinmedim:
Atıfta bulundum gümüş yüreğine sevginin.
Ziynetim sevgi ve hazinem ve ganimetim annem.
Garez olanları dahi af ettim en çok da annemin gamzelerinde
sabahladım hastane koridorlarında bazen nöbetçi hemşire oldum bazen gönüllü
nöbetçi doktor.
Şirk koşanları ihbar ettim Rabbime.
Şerh düştüm düşeli İlahi Adalete.
Yorgunum hafız.
Yâdım nice düş.
Yârim sevdalandığım o lal alfabe hani öncemde yoksun anımda
saklı ve anılarımda ve ikbalim iken şiirler ibraz ettiğim nesirler bense en çok
hikâyelerde yaşadım yaşatalı mutluluğu birkaç roman esinti ve doz aşımı iken
umut.
Hoyrat bir rüzgâr da oldum yeri geldi mi ve en çok:
Ben beni üşüttüm içime ters estiğim kadar terslendiğim bazen
ters giydiğim kazağım ve alamadığım tezkere.
Hali hazırda nöbetçi şairim belki de nöbetçi yazar:
Yaşar ne yaşar ne yaşamaz iken insan yaş aldığım kadar yaslı
yas biriktirdiğim kadar şavktı mademki geçen yıllar…
Dedim ya:
Mekân ve zaman özürlüyüm ve boyutsuz gürlediğim kadar
gümleyen gümleten mimlenen yüreğim ama en çok ben kendimi hiçe saydım
insanlardan da öte insanüstü bir güçle ve hüzünle erişemediğim şafakların
sabahların nöbetçi şairi…
O halde üç beş mısra da benden izzeti ikram şiir yüreklere en
çok da şiire meyleden kimse üstü kalsın be şair:
Üstü kalsın, şair asıl sen benden
alacaklısın
Göğün tekbir getirdiği bir şiirden
Öte semiren bu hüznün denizinde
Saklı nidalarımla örtülü
Yorgun bedenimin iştigali
Aşkın öldürücü kuvveti
Ve de bununla sakit olsun,
diyebilmenin bedeli
Bil ki bir şiirden bir manzumeden çok
öte
Kıyamda güneş
Gün adeta muzip bir güleç yüze eşlik
eden
Seyyahı bulutların
Aşka şiire meyleden
Yer gök pervasız
Ne çıkar yürek iken en ihtişamlı
hırsız?
Menkıbeler ötesi
Ötüşen yüreğin güftesi
Hazzın eşiğinde salınan bir beşik
gibi
Ölüm öncesi
Bak, kıyılırken içim için için
İçilesi zehir adeta yazılan her
dizenin
Ferinde saklı tutulası neferi
Aşk denen saltanatın
Sonlandı mı esareti…