Düşlerimi terk et, Sebastian yetmedi
zikret içini ve deştiğin yaralarda bırak da kaybolayım yeniden ve yeniden
yaşanan can pazarında saklı dikenlerimle bak, nasıl da tahliye ediyorum mevsimi
ve terbiye ediyorum gönlümü aşkın Muradiye’si yerlisi olduğum bu yabancılığın
da güftesi ve peyderpey âşık olduğum gecenin koyultusu karartısı ıssız
merdivenler dikitinde saklı iken meramım ölgün düşler körfezinde alabildiğine
ziyanım.
Ve sen, Sebastian, sen:
Tekil yürek hanemde
Israrla batan çuvaldızın dibinde
Saklı hüsranım
Semada kayan yıldız olma ihtimalim
Ve pembe panjurlu düşlerimde
Azık bildiğim kelamın da yitiminde…
Sev, beni Sebastian yetmedi şımart
coşkumu.
Semiren sessizliğin aldığım
kültüründe baş veren midir yoksa o Şark çıbanı.
Ben iklimim ben Şems’im:
Ben iradenin ta kendisi kozamdan
değil göç ettiğim varsa yoksa tek kozum gönlün sırnaşık arbedesi.
Pulum ben.
Paradan ziyade paraladığım sevginin
dikiti iken kalbim ve sarkıtında sözcüklerin…
Ah, Sebastian: ah, sensin muhatap
olduğum ve gönül familyam hınca hınç bir çırpınış bir hışımla yaktığım gemiler
ve geviş getiren sözcükler cumhuriyeti.
Kanamalı diyezi melodilerin.
Kardığım ne olmuş ki varsın aşkın
ikamesi ve evet, o diril düşlerim.
Dingin tayfası mı yalnızlığın ve
kordan satırlar.
Dalgın yüreğim bir yangından ilk
kurtardığımdır elbet yazılası heceler.
Gönlün kırık kubbesi ve sözcüklerin
zümresi.
Azametli bir yakarış bir diriliş bir
temsili resim varsa yoksa göğün konşimentosu az evvel saldım ben hayallerimi
enginlere harabe satırlarda saklı iken gizim ve tek esintim tek tesellim nasıl
ki fikri zikrediş.
Meali değil meramı hiç değil:
Melankoliden sarhoş olmuş cümleler
kimine göre b/atıl imgeler ve atar damarı sessizliğin kalemse cenk eder ısrarla
cahil cüheladan uzak nasıl ki bilgidir aşkın hicreti.
Sanrılar denizi.
Aşk okyanusu.
Mevsim ötesi ve çıldırası.
Yâdı dünün yakılası günlüğün yarım
ağız sevenlerden alabildiğine uzak bilinmezin tecridi bilindiklerin tefrişi.
Hulasası elbet yerin göğün.
Hükümranlığında Rabbin ve köpüren
denizin azalmış tuzu.
Bir yangı.
Bir yergi.
Bir yargı.
Bir de yetemediğim yatıya kalmadığım
yandığım ve yaktığım ve yağdığım tünediğim evrenin sol üst çekmecesi.
Hüznümü mutlak mutluluğa
dönüştürdüğüm ve yana yakıla cüret eden imgelerin taziyesi.
Ben ki.
Beyitler aştım.
Ben ki.
Rengine aşkın nasıl da müptelayım.
Ben ki:
Beynamaz seferisi hüznün beylik bir
kelamdan çok öte süzülüşüm göğün tecrit ettiği yerkürenin katmanları acının
endamları açamadığım kapıların hüsranı ve işte koştuğum ve işte yandığım Hakkın
Kapısı nasıl ki ardına değin açık.
Açık ettiğim ne ki?
Açlıkla terbiye ettiğim.
İdamesi değil nefsin ikazı vereceğim
son nefesin buğrasında saklı seferi gölgelerin devindiği.
Belki de bir ip cambazıyım ben:
Hani, hani her kimse iplemediği kadar
ikircikli ruhların açılımında kayda değer tek nazarı.
Nazlı.
Nazenin.
Nezih.
Ve ölümlü ve ölümle içli dışlı.
Mentollü iç çekişleri gecenin.
Mezarına sığamadığı kadar yalnızlığın
aslında bentler aştığı.
Zinhar ölüm.
Ziyadesiyle yetersiz verilen hüküm.
Gönlün küpeştesi.
Gökten zembille inen bir bebek gibi
içimde sakladığım hayallerin dönüştüğü enginliği bana sunan mademki yüce
Rabbim.
Temaşası.
Tasfiyesi.
Taziyesi.
Renkler solgun ve rakımı yitik bir
kubbe solan nazarımda ne çok kıvılcım ne çok da ukde.
Ve de yanan için için içerlediğimden
de öte.
Ve Sebastian: bak sadece bak
gözlerimin ta içine.
Çırpınışlarıma mademki tanıktır bu
yer bu gök kubbe.
Sebastian…
Sen ki:
Seferi yoldaşım.
Sen ki morgda unutulan na’şım.
Sen ki Sebastian elbet değildir bu
tek yakarışım.
Yanan mumun dibine verdiği ışık.
Yeren zalimin konçertosu.
Yağan zembilin iç sesi.
Ölümün solgun neşesi.
Üstü örtülü gülücükler cumhuriyeti.
Ve yiten insanlığın tek lüksü nasıl
ki umuda dair.
Nazım.
Ve de hocam iken Nazım.
Öyküm öykündüğüm ve cenderem ve
cengim.
Hazzın değil hazinenin tek sahibi
mademki bulduğum ganimettir şu yuvarladığım iç sesim.
Kondum konalı göğsüne.
Sebastian…
Sahiden söyle sen var mısın?
Ya, ben?
Kıvılcımlara denk düşen.
Kıyamet alameti iken çarpım tablosu
ve işte çoğaldığım ve işte çağladığım ve işte çalkaladığım alfabe.
Kanıksanası ne var ne yok.
Zayıf aldığım tek dersim iken
iklimlerde devinen.
Zinhar teslimiyetim.
Ve zalim tayfası cihanın ve:
Ve sen, Sebastian, sen:
Asla da var olmadın.
Mealimden değil mizacımdan düştüğüm
kadar aşka mihenk taşım iken kalemin cüret ettiği şiirlerin de dolmazken vadesi
sönmezken rütbesi çalakalem değil çala oynaya sevdiğim şarkıların nezdinde ve
evet, Sebastian, sen.
Hazzın doruğunda kanayan bir takvimin
asla kopmayacak iken o son sayfası…
Mademki bir varmışım bir yok.
Mademki Sebastian: benim yalana
karnım tok.
Hem varım hem yok.
Hem şiirim hem şehir ucube
frekanslarda yayın yapan zemherinin sahibi iken zalim ve iblis.
Bir koşu gitmiştim ki.
Bir koşu da geldim.
Ve söylesene:
Ben gerçekten ben miyim bu kibirli
dünyada ziyan ettiğim kadar hayatı ve bil ki Sebastian:
Ben babamın öldüğü yaştayım
doğurmuşken ansızın kendimi ve kim olmanın değil neye meylettiğimin de resmidir
kalemimin çizdiği o rotada varsın saklı olmasın dengim varsın zil zurna sarhoş
olsun imgelerim ne de olsa ben sadece şiirden ibaret bir heceyim gönlün koru
aşkın közü gamın izi gemlediğim ne var ne yok düştüğü kadar cihan gözümden ve
düştüğüm kadar aşka düşkünlüğüm iken ne yasım ne yaşımdır itibar görsün
istediğim zaten bir yasa mahiyetinde değil mi ki hayallerin omzumdaki apoleti
bir yer bir gök bir de sen, Sebastian…