Dört Yapraklı Yonca



Dallarını aşağıya sarkıtmış fındık ağaçları, damaklara serinlik veren acı tadıyla su tereleri ve küçük sepetine topladığı böğürtlenler onu fazlasıyla heyecanlandırıyor, yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştiriyordu..

Reyhan, kırdan eve gelirken dedesi de avludaki tahta sedirde oturmuş onu bekliyordu. Sol kolunu havaya kaldırıp, "Nerede kaldın sen, güneş tepeyi aştı!" diye seslendi.

Adımlarını hızlandıran kız, düşmesin diye diğer eliyle de hasır şapkasını tutarak, "Geldim geldiimm!" dedi. Yaşlı adam gizleyemediği yorgun sesiyle, "Kınalı ile Kaymak seni bekler. Elindeki sepeti şuraya bırak da açlarından ölmeden yemlerini ver. " diyebildi.

Reyhan çok susamıştı, alnındaki teri gömleğinin koluyla silerken, "Peki dedeciğim." dedi.

Köy hayatında olanaklar kısıtlı, işler yorucuydu ama Reyhan tatillerde nenesi ve dedesiyle vakit geçirmekten, tabiatı izlemekten öyle hoşlanıyordu ki.

Şehirdeki ruhsuz parklarda oynamak zorunda kalan çocuklar, yol kenarlarındaki kıt kanaat çiçek tarhlarına bakarak özlem gideren doğasever insanlar ve dört duvar arasında, beton kaldırımlarda yaşamak zorunda kalan kedi ve köpekler için çok üzülüyordu. Onların aksine bu köyde yaşayan hayvanların mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

Bu sabah büyük servi söğüt ağacının altında otururken hep Mahir'i düşündü. Her gün gelen arkadaşı bugün gelmemişti.

Zaten tek kelime de etmiyordu ama olsun yine de onun varlığı Reyhan'ın dünyasında bambaşka hikâyelere konu oluyordu. Bazen bir ucundan bir ucuna aylarca seyahat edilen Uzak Doğu ülkesinin güçlü kralı oluyordu Mahir. Bazen de büyük alevli çemberlerin içinden aslanların atlayıp geçtiği bir sirkin yer çekimine kafa tutan ip cambazı oluyordu bu kara kuru çocuk.

İlkokul çağlarında Mahir de diğer akranları gibi koşup oynuyor, konuşup gülüyormuş. Bir gün ne olduysa, konuşmamaya gülmemeye başlamış. Gitmedikleri doktor, uğramadıkları bakımcı kalmamış. Reyhan'a göre sadece büyük bir kayıp insanı bu hale getirebilirdi.

Mahir gelmeyince Reyhan da bugün dört yapraklı yonca aramaya dere boyuna gitmemişti. Bu çocuk geçen sene de olduğu gibi yine hastalanmış mıydı? Nenesi yer sofrasını kurarken Reyhan da merak içinde Mahir'i düşünüyordu. Yaşlı kadın, "Hadi kızım kalk da mutfaktan çatal kaşık getir. Deden sever, bir tas da lahana turşusu çıkar." dedi ama genç kız onu hiç duymamıştı. Ninesi dalgın kızın yanına yaklaşıp başını okşayınca Reyhan ayağa kalktı, "Efendim ninem, bir şey mi istemiştin?" dediğinde yüzü biraz kızarmıştı.

İkindi serinliğinde muhtar dedesigili çaya davet etmişti. Bu şirin köyde misafirlikleri çok seviyordu. Hep doğal yiyecekler ikram ediliyordu; salona bir örtü seriliyor ve bademler, cevizler kırılıyor, incir belbenine sarılıp çayın yanında afiyetle yeniliyordu. Hele o al yanaklı kokulu elmalar, dalından yeni kopmuş kütür kütür kirazlar..

Reyhan insanları mutlu etmekten keyif alırdı ve böylelikle mutluluğu başka insanların yüreğine mayaladığını düşünürdü. Kalkıp kümesten iki yumurta almış ve limon kabuklu, üzümlü bir kek pişirmişti. İnsan bir yere eli boş gitse de olurdu ama gönlü boş gitmesin o yeterdi.

En basit şeyin bile içinde güzellikleri görmek ne hayran olunası bir sanattır. Reyhan çocukluğundan beri bu sanatta artık ustalaşmıştı. Ne zaman ona baksanız kaburgalarının arasında sürmeli ceylanların koştuğunu, kirpiklerinin uçlarından kuş kafilelerinin geçtiğini görebilirdiniz. Üstelik de beş yıl önce anne ve babası ayrılmış bir çocuktur Reyhan.

İnsan marazını çekmediği bir şeyin şifasını da hakkıyla anlayamaz ve o şifayı başkalarına dağıtamaz.

Mahir ikinci gün de gelmemişti. Reyhan'ın iyiden iyiye canı sıkılmaya başlamıştı. İçini rahatlatacak bir haber bile alamamıştı. Mahir iyi miydi, ne düşünüyor ne hissediyordu, şuan yanında olmayı ve kafasının içinde nelerin döndüğünü bilmeyi o kadar çok isterdi ki.

Dedesi yarın kasabadaki büyük pazara el yapımı ürünler götürecekti. Ona bin bir tembihi birden veriyordu, "Mahir'e neler olmuş?", "Şuan nasılmış?" sorularının cevabını duymak istiyordu.

Bugün nenesi keçileri otlatmasına izin verdi, Kınalı ve Kaymak'la ilgilenirse biraz olsun bu deli kızın kafası dağılırdı belki. Reyhan keçileri çalılıklara bağladı, kendisi de geçip o saçaklarına hayran olduğu servi söğüt ağacının altına oturdu. Gözlerini kapatıp bir süre doğanın huzur veren sesini dinledi..

Dünyayı çepeçevre dolanan mutluluk çemberine dahil olmak için mutlaka çaba göstermek gerekiyordu. Bunun için de eğer dedesi Mahir'den bir haber alamazsa son çare ona bir mektup yazmalıydı.


"Sevgili Mahir,

Uyudum uyandım, günlük telaşlara koşturdum, sayısız şarkı dinledim, hüznümü okuduğum kitabın sayfalarının arasına sakladım, biliyor musun kendimi çok güçsüz hissettim. Çünkü sana ulaşamadım, merak biriktirdim, ruhundaki renklerin anlamını çoktan kaybettiğini burdan fark ettim. Ağacımızın dallarına konan her kuşun kanadına nazar boncukları bağladım ve senin pencerenin önünde nöbet tutsunlar diye ne diller döktüm bir bilsen.

Sıhhatin dünyadaki her şeyden çok daha fazla hakikat barındırıyor ve öncelik sırasını sonuna kadar hak ediyor.. Şuan burda iki yavan cümleyle ne kadar üzüldüğümü anlatmak istemiyorum çünkü bunu tekrar yaşayacak cesaretim yok.

Bugün parmaklarımda koyu mavi özlem lekeleri, düşleri eyerleyip rüzgara öykünmenin dur duraksız heyecanı var. Seni anlamak, dimağımda tekrar tekrar yaşamak bir laborant titizliği gerektiriyor; barut ve aside nihayetlenmemek için herhangi bir hataya mahal vermemeye çalışmak, usul usul akan varlığına fazla dokunmadan, doyasıya yoldaşlığını yaşamak öyle benzersiz bir şey ki..

Acı bir darlıktayken; ruhumun pabuçlarının tabanı delinmiş ve setresi aşınmışken, okyanus bakışlarındaki pamuk beyazı kumlara denk gelmek de benim şansım oldu.

Bazen özlemden çıldırmak üzere olduğumu hissettiğim anlar oluyor ve ben inadına seni öyle fukaraca düşünüyorum ki işte o anlarda yüreğimin küçük bir kavanoza sıkıştırılmış halini yaşıyorum.

Mahir, sebep ne olursa olsun lütfen kendini bırakma. Yalnız değilsin, ben senin yanındayım bak. Esir olduğun o dehlizden bir gün kanatlarını gererek uçup çıkacaksın. Sözüme ve varlığıma itimat et, inanç ve çabayla göreceksin her şey çok güzel olacak biricik arkadaşım.


Reyhan"


Leylak rengi bir bulut gözüne ilişti Reyhan'ın, gagalarında birbirinin hayal kırıklıklarını taşıyan, ayakları deniz kokan kuşlar geçti karşı köye doğru. Davul sesleri yine devam etmeye başladı. Bir haftadır sünnet düğünü vardı karşı komşuda; gelen giden, çalgı çengi, kazan kazan yemekler, halaylar, işlemeli beyaz örtülü masalarda uzun sohbetler..

Şehir dışında büyük bir araştırma hastanesine yatırmışlardı Mahir'i. Reyhan'ın yanına gelmediği o gün evden çıkmış elinde küçük bir kutuyla olduğu yere yığılmıştı. Bunu öğrenince daha çok üzüldü Reyhan, sözünde durmadığını zannetmişti ve boş yere suçlamıştı onu.

Başkalarını suçlamak bazen en kolay şey gibi gözükür ve ilk akla gelir zahmetsizdir. Yanılgıya düşüren şey ise; insanın her şeyi bileceğini, göreceğini, vakıf olabileceğini sanması ve bunu da hastalıklı bir inatla yapmasıdır.

Oysa kısıtlı ömrümüzü ve belli bir kapasitede olan zihnimizi düşününce evrendeki her ilmi hakkıyla öğrenemeyeceğimizi kabul edip, onun yerine yapabileceğimiz şeyler olan; muhatabımızın durumunu tahmin etmek, ona pay vermek, olduğu gibi kabul etmek, anlamaya çalışmak ya da bilmememiz gereken şeyler olabileceğini varsayarak o kişinin mahremine saygılı olmayı denemek bizi daha yetkin bir insan yapacaktır.

Yazdığı mektup son anda Mahir'e yetiştirildiği için şükrediyordu, bari bu kadarını yapabilmişti. Onsuz geçen her gün için bir etkinlik planı yapmaya başladı, tek tek defterine notlar alıyordu.

Geceleri ise uyumadan önce kitap okuyor ve ses kaydını da Mahir'e yollamak için biriktiriyordu. Yeteri kadar olunca da bu kayıtları muhtar amcasının telefonundan Mahir'in abisine yolladı. Hastanede sıkılınca açar ona dinletirdi.

Söğüt servi ağacının altında otururken Reyhan'ın sesinden kitap dinlemek Mahir'in çok hoşuna gidiyordu, yerinden hiç kalkmadan onu dinliyordu, Reyhan elindeki kitabı kapatınca gözleriyle sanki ona teşekkür ediyordu.

Bugün annesi aramış nenesiyle konuşmuştu, Reyhan'a da onu önümüzdeki ay almaya geleceğini söylemişti. Annesini de çok özlemişti ama Mahir'i daha iyileşmeden bir başına burada mı bırakacaktı. Bunları düşününce işlediği gergefi masaya bırakıp, nenesine kırlara gideceğini söyledi. O dört yapraklı yoncayı mutlaka bulmalıydı; dere kenarında, bayırdan aşağıya, ormanın eteklerine baktı.

Hava giderek kararıyordu ve evden fazlaca uzaklaşmış olduğunu fark etti.
Tepelere doğru tırmanırken ayağı kaydı, Reyhan gerisin geriye aşağı yuvarlanmaya başladı. Bacaklarını ikiye büküp karnına doğru çekerken kollarıyla da önüne gelen küçük ağaçların dallarını tutmaya çalışıyordu.

Ne kadar kendini korumaya çalışsa da yüzü, kolları ve ayakları da çiziliyor, gücü azaldıkça canı da yanıyordu. Sonunda şans yüzüne gülmüş, Reyhan bir çalılığın köke doğru sağlam yerinden tutmayı başarmıştı.

Kalp atışları, ritmini şaşırmış haliyle nefesini sıkıştırıyordu. Biraz sakinleşmeyi bekledi ve sonra yattığı yerden doğruldu. Avuçlarındaki toprağı silkelemeye çalışıyordu ama nafile nemli toprak elini sürdüğü yerde çamura dönüşüyordu. Gömleğinin manşetine takılmış dört yapraklı yoncayı görünce Reyhan'ın yüzü aydınlandı.

Uzaktan sesler geliyordu; "Reyhaannn!", "Kızım Reyhaann nerdesin?". Bulduğu yoncayı kaybolmaması için cebine koydu, gelen seslere doğru ilerlerken gözyaşları boncuk boncuk yanaklarına düşüyordu, "Buldum işte! Buldum seni." diyordu.

Nenesi korku içinde koşup kızcağıza sarıldı, "Ne oldu yavrum sana böyle!" derken bacaklarındaki kollarındaki ince ince kanayan sıyrıklarını inceliyordu, "Deli kız şu haline bak. Ne yapıyordun buralarda?".

"Buldum nine bulduumm!" Reyhan haline aldırmadan sevinçle gülümsüyordu. Ninesi biraz kızgın biraz da heyecanlı bir sesle, "Neyi buldun bu dağ başında ?" dedi. Reyhan, "Eve gidince gösteririm nine." diyerek bir de esrarengizlik eklemişti şu yaşlı kadının yüreğine.

Göçmen kuşlar da valizlerini toplamış arkadaşlarıyla vedalaşıp, sıcak yerlerin yolunu tutmaya başlamışlardı. Reyhan'ın ucuz atlattığı ufak kazanın üzerinden bir hafta geçmiş, sıyrıkları biraz iyileşmişti.

En çok da bu söğüt servi ağacını özleyecekti; rüzgar esince usulcacık sallanan, insana huzur veren o saçlarını, kırlardaki çiçeklerin buram buram kokusunu içine çekmeyi, kuşlarla sohbet etmeyi bir de tabii ki Mahir'i.

Yeniden şehirdeki o yapay hayatın içine gidecekti ve bu hiç hoşuna gitmiyordu. Keşke ilerde doğayla ilgili bir işi olsaydı, ne güzel olurdu. İşe gidiyormuş gibi de olmazdı, hiç sıkılmazdı ki.

Bir öksürük sesi duydu Reyhan, uzandığı yerden doğruldu. Gözleri deniz mavisi, yanakları pembe, bakışları ışıl ışıl biri ona bakıyordu. Elinde ahşaptan bir kutu tutuyordu ve alması için Reyhan'a doğru uzatmıştı.

Heyecanlı kız merakla kutunun kapağını açtı ve içindeki bilekliği alıp kutuyu yere bıraktı. Kutuyu getiren kişi elinden bilekliği alıp kızın sol bileğine taktı. Bir süre tatlı tatlı bakıştılar.

Ağacın altındaki örtüye oturmuş, hiç yorulmadan bir çizgi boyunca ilerleyen karıncaları izliyorlardı. Reyhan cebinden bir şey çıkartıp misafirinin avuçlarına bıraktı.

Elinde tuttuğu yaprağa hayretler içinde bakarken, "Reyhan, bu bu dört yapraklı yonca!" gözleri doldu, kirpiklerinden birkaç damla yere süzülürken, "Sonunda bulmuşsun. Ama ben biliyordum bulduğunu." dedikten sonra küçük kızın iki bileğini yanyana getirip, hürmetle, sevgiyle ve minnetle öptü.

Reyhan öyle şaşkındı ki, "Konuştun Mahiirrr, sonunda konuştun." derken havalara sıçrıyordu, "Sesini duymak o kadar harika ki." içi içine sığmıyordu.

Kaküllerine masallar bağladığı arkadaşı sonunda mutluluk çemberine kavuşmuştu.












( Dört Yapraklı Yonca başlıklı yazı mavi-yildirim tarafından 30.05.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu